Hesabım
    Peşimdeki Şeytan
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi
    Peşimdeki Şeytan

    Akıllı, samimi , rahatsız ve gerçekten korkutucu!

    Yazar: Burçin Aygün

    Cannes Film Festivali gösterimi ile birlikte ünü yavaş yavaş yayılan, hemen ardından gösterildiği birden çok festivalde seyircilerin gözdeleri arasına girmeyi başaran Peşimdeki Şeytan bu hafta itibariyle ülkemizde de vizyonda! Her şeyden önce şunu belirtmem gerekiyor ki, karşımızda her kesime hitap etmeyen lakin gerçek korku türü hayranlarının büyük bir keyifle izleyeceği, göndermesi bol, gerilimi yüksek ve bir o kadar da akıllı bir film duruyor.

    Peşindeki Şeytan, 2010 tarihli dram – komedi filmi The Myth of the American Sleepover ile yönetmenlik kariyerine başlayan 1974 doğumlu David Robert Mitchell’ın ikinci uzun metraj projesi. Konusu itibariyle rahatsız edici, oyunculuk babında ziyadesiyle tatmin eden ve izleyiciyi sürekli olarak diken üstünde tutmayı başaran filmin yönetmeni Mitchell, bariz bir şekilde gerçek bir korku sineması hayranı. Zira Peşimdeki Şeytan şimdiye kadarki külliyatı en doğru şekilde tek bir potada eritmiş, klişeleri dahi en verimli halde kullanmayı başarmış, harikulade bir yapım.

    Başlangıçta kulağa olabildiğine sıradan gelen ancak izlemeye başladığınızda ne derece ürkütücü olduğunun farkına varacağınız bir konuya sahip Peşimdeki Şeytan. Ergenlikten henüz çıkan, çocukluk arkadaşları ile vakit geçiren, ortalama bir Amerikan ailesinin genç ve güzel kızı Jay (Maika Monroe). Yeni tanıştığı ve kısa bir süredir birlikte olduğu Hugh (Jake Weary) ile mutlu mesut (ve pek de umutlu) bir yola çıkan savunmasız Jay. Güzel bir randevunun ve romantik bir sevişmenin neticesinde hayatı gerçek bir kabusa dönüşen bir kurban. Gözlerini bir harabenin içerisinde, sandalyeye bağlı olarak açan kahramanımız, sözde erkek arkadaşı tarafından uyarılıyor: “Seni nereye gidersen git takip edecek, sadece yavaşça yürüyerek seni izler, yavaştır ama asla aptal değildir. Ondan kurtulmak istiyorsan başkası ile sevişmeli ve bu belayı ona bulaştırmalısın!”

    Bu noktadan sonra sonra genç kız ve ne olduğunu bilmediğimiz “şey” arasında muazzam bir kovalamaca başlıyor. Daha doğrusu korku dolu, ümitsiz ve çıkışı olmayan bir takip süreci. Bariz bir şekilde AIDS gibi bulaşıcı hastalıklara göndermesini yapan hikaye hem bir yandan 80’lerin “sevişen gençler ölmeye mahkumdur” metnini cilalıyor, hem de bu söylemin ne kadar boş ve lüzumsuz olduğunu gösteriyor. Zira ölüme sebep olan cinsellik değil, yalan ve korkularımız. John Carpenter’ın korku sinemasına hediye ettiği Halloween serisinin meşhur katili Michael Myers’ı andıran, yavaş bir tempo ile takip eden, gerçek bir surata sahip olmayan bir ölüm. Üstelik de asla kim olduğunu, hangi kılığa girdiğine son ana kadar bilmediğiniz, sadece size görünen, hiç tanımadığınız ya da çok sevdiğiniz birinin suretiyle sizi sonsuza takip eden bir ölüm.

    Yönetmen Mitchell’ın bariz bir şekilde sinema konusunda ne derece yetkin bir kişi olduğunu daha ikinci filminden bizlere gösteriyor. Kabuslardan fırlamış birer tablo misali açılar, muazzam bir atmosfer, 90’ları andıran bir akış ve hepsinden de önemlisi muhteşem bir oyunculuk yönetimi. Başroldeki Maika Monroe’nun The Guest filminden sonra bir kez daha kendine hayran bırakan oyunculuğu ve Yara karakteri ile yüzleri gülümseten Olivia Luccardi’nin samimi üslubu, ekibin tamamına yayılan ve buram buram kalite kokan bir oyuncu birlikteliği.

    Disasterpiece tarafından imza atılan ve direkt olarak Carpenter’ın anlayışına sahip olan müzikler de filmin bir başka artısı. Her daim yerinde, tam zamanında ve abartıdan uzak tınılar, izleyiciyi kesintisiz olarak huzursuzluk denizinde yüzdüren bir melodi. Açık konuşmak gerekirse, filmin soundtrack’i son zamanların tür farketmeksizin en başarılı çalışmaları arasında diyebilirim!

    Peşimdeki Şeytan, yönetmenin seyircisiyle kedinin fareyle oynadığı gibi oynayan, saçma sapan ses efektleri ile jump scare tuzağına (neredeyse) hiç düşmeyen, oyuncuları, müzikleri, sinematografisi ... Her şeyi ile 70, 80 ve 90’lardan kopup gelmiş muazzam bir korku filmi.

    Şayet perdede sadece parçalanan iç organlar, akan bolca kan ve sürekli sağdan soldan fırlayan tipler ile korkmaktan bıktıysanız bu film hastalığınız için gerçek bir merhem! Pek tabii hatırlatmakta fayda var; bu film kesinlikle türü sevenler, bilenler ve sinemada sadece bol patlamalı - çatlamalı içerikten sıkılanlar için kameraya alınmış.

    Siz de cinlerden sıkıldıysanız, Hollywood’un birbirinin kopyası örnekleri arasından rahatlıkla sıyrılan, akıllı bir korku filmi istiyorsanız karşınızda belki bir klasik olamayacak ancak yıllar boyu akıllardan çıkmayacak bir deneyim var!

    Hem hangimiz dostlarımızın yanından rahatça süzülen ve odamıza dalıveren bir adamdan korkmayız ki?

    burcinaygun@gmail.com

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top