"Casablanca" (1945) ile "Mr. & Mrs. Smith" (2005) den sağlam esintiler taşıyan senaryosunu Steven Knight'ın yazdığı ve yönetmen koltuğunda Robert Zemeckis'in oturduğu “Allied”; II. Dünya Savaşı atmosferindeki, yoğun gerilim içindeki bir drama olarak geliyor karşımıza...
Gelin isterseniz, büyükçe bir kısmının dönemin ruhunu yansıtan dekor (Raffaella Giovannetti - Gary Freeman), kostüm (Joanna Johnston), makyaj (Beverley Binda) ve görsel efektlerde (Kevin Baillie) kullanıldığını düşündüğümüz yaklaşık 85 milyon dolarlık bütçesine karşın sağladığı 119,5 milyon dolarlık hasılat ile yapımcılarını hayal kırıklığına uğrattığını tahmin ettiğimiz bu filme biraz daha yakından bakalım...
Fransız Fas 1942...
Almanya'nın Fas Büyükelçisine (Anton Blake Horowitz) karşı düzenlenecek bir suikast de yer almakla görevlendirilen Kanada Kraliyet Hava Kuvvetlerinin istihbaratçı pilotlarından Yarbay Max Vatan (Brad Pitt), paraşütle çöle inerek yürümeye başlar...
Çok geçmez ve bu yürüyüşün ardından Max, kendisine bir evlilik alyansı da veren Faslı bir sürücünün (Vincent Ebrahim) kullandığı bir otomobil ile alınarak Gitanes isimli bir otelin giriş kattaki, Nazi yanlısı Avrupalı müşterilerinin doldurduğu restoranı "Rivoli" nin önüne doğru götürülmektedir...
Zaten itinayla hazırlanmış olan özel kimlik kartları ve pasaportlar ile para, şık bir sivil kıyafet ve silahları da içinde ihtiva bir çanta da arka koltukta kendisini beklemektedir...
Elbette otelin önünde, bagajına çantasını da yerleştirebileceği, kendisine tahsis edilmiş bir otomobil ile giydiği mor kıyafetten tanıyacağı karısı yani aslında, suikasttaki ortağı Marianne Beauséjour'de (Marion Cotillard), otelin lobisinde hazır olacaktır...
Londra'da hazırlanan kurguya göre Maurice Berne adını kullanan ve Paris'te yaşamakta olan Max, çalışmakta olduğu fosfat madeni şirketinden aldığı altı haftalık izinle, Nazi işgali altında bulunan Kazablanka'daki karısının ziyaretine gelmiştir...
Böylelikle yeniden buluşan çift, hasret gidermek bahanesiyle Alman ve Fransız arkadaşlarından izin alarak, araçlarına atladıkları gibi evlerine geçerler...
Bu arada Marianne'nin de, üyelerinin pek çoğu deşifre olup Nazilerce öldürüldükten sonra Fransa'dan kaçan Fransız Direnişçilerden biri ve şimdilik de görünürdeki tek sorunun; bir Parisli ("Parisien") olan Max'in Fransızcayı, Québec aksanı ile konuşması olduğunu belirtmiş olalım...
Neyse...
Ertesi sabah uyandıklarında kahvaltıya giden çiftten Max, kafede oturup gelen geçen dostları gülümseyerek selamlarken; kendisini Marsilya'da sorgulamış olan bir Nazi subayı (Michael McKell) ile neredeyse göz göze gelir...
Telefon ederek merkeze ihbar da bulunmak üzere kafenin verandasından ayrılıp otelin içine geçtiğinde de bu subay, risk almak istemeyen Max tarafından öldürülerek etkisiz hale getirilir...
Marianne ise Max'i, yiyip içerek eğlenmekte oldukları lüks mekanda; Monique'in (Camille Cottin) kocası Claude'un (Xavier de Guillebon) tanıştırmak istediği Parisli Vincent'ın (Vincent Latorre) elinden kurtarır...
Zira Vincent'ta yeterince tehlikelidir...
Derken...
Poker tutkunu Gestapo subayı Hobar (August Diehl) engelini de, türlü hileler de içeren becerilerle aşan Max; Büyükelçinin, ertesin gün yapılacak olan, suikastın gerçekleştirileceği davetine katılmaya hak kazanır...
Silahların konuştuğu bu başarılı operasyonun ardından Max Marianne'i, Londra'ya birlikte giderek evlenmeyi teklif etse de...
Marianne'in henüz İngiltere vizesi mevcut değildir...
Üç hafta sonra Londra'daki karargahta dostu da olan komutanı Frank Heslop'tan (Jared Harris) gerekli oturma izinlerinin çıktığını öğrenen Max; Heslop'un bu işin yürümeyeceğini belirtmesine rağmen, savaşın tam da ortasındayken Marianne ile evleniverir...
Öyle ki, hamile kalan Marianne doğumu; Alman uçaklarının Londra'yı bombaladıkları bir ortamda, yatırıldığı hastanenin bahçesindeki bir sedyenin üzerinde yapar...
Böylelikle de Max ve Marianne'nin, (Pearl ve Luna Rumbelow kardeşlerin canlandırdığı) Anna adını verdikleri bir kızları olur...
Bir yıl sonra...
Karısının vermeyi planladığı parti için onunla beraber mantar toplayarak eve dönen Max, aldığı acil bir telefon sonrasında karargaha gitmek zorunda kalır...
Ancak orada duyacakları pek de hoş şeyler değildir...
Çünkü Marianne, Alman casusu olmakla itham edilmektedir...
Eğer bu bilginin doğruluğu kanıtlanırsa, resmi prosedürlere göre Marianne'i bizzat Max'in öldürmesi gerekeceği gibi suç ortağı olduğu belirlenirse Max'de vatana ihanet sebebiyle asılarak idam edilecektir...
İşte bu nedenle Marianne, İngiltere'nin savaş dönemindeki gizli örgütlerinden Özel Harekat Yönetimince; ters köşe şaşırtmaca içeren ve kısaca "mavi boya" olarak tanımlanan bir teste tabi tutulacaktır...
Dakika 60...
Geride sizleri, büyük bir ilgi ve merakla izleyeceğinizi umduğumuz; gizem ile romantizmin zirve yapacağı 64 dakikalık bir bölüm daha bekliyor olacak...
Naçizane önerimiz de:
Olumsuz yorum ve puanlara aldırmadan; favori yönetmenlerimizden Zemeckis'in, bu filminin de, tadını çıkartmanız şeklinde...
Keyifli seyirler,