Toni Erdmann yakın zamanda sinema sanatına dair seyrettiğiniz filmler içerisinde görüp görebileceğiniz en hayali-gerçek karakter. Film, dünya prömiyerini yaptığı Cannes Film Festivali’nde eleştirmenleri her zamanki gibi ikiye değil de bu sefer birkaç gruba böldü; izleyenler filme ya koşulsuz bayıldılar, ya etkileyici ama gereksiz biçimde uzun buldular, ya da oldukça sıkıcı olduğunu ve zor katlandıklarını dile getirdiler; ya da ortasında çıktılar! Ülke sinemasında o kadar berbat filmler seyrediyoruz ki 2 saat 45 dakika uzunluğunda da olsa Toni Erdmann’ın ortasında çıkma tepkisini anlamam mümkün değil!
Çünkü aldığı pek çok prestijli ödülün yanı sıra Almanya’nın Oscar temsilcisi olan, Maren Ade imzalı Toni Erdmann bizi biz yapan insani değerleri kaybedişimizi katman katman veren bir senaryo omurgasına haiz; bu yüzden de filmi anlamak sabır istiyor. Tam da Ines’in (Sandra Hüller) babası Winfried’a (Peter Simonischek, ) ya da nam-ı diğer Toni Erdmann’a sabretmesi gerektiği gibi! Ayrıca dem istiyor Toni Erdmann; seyredip de hemen sıcağı sıcağına yorumlanmaktansa biraz durup sindirmek gerekiyor; kesinlikle sinemanın fast food’u değil; daha ziyade Gordon Ramsay’in elinden çıkan bir ana yemek muamelesi yapmak gerekiyor; çok tanıdık malzemelerle çok bambaşka bir lezzet.
Bu kadar laf kalabalığının aslında birkaç kelime karşılığı var: teknolojinin insanlık tarihi açısından zirvesine oynadığımız 21yy.’ın bizi getirdiği iletişimsizlik, mükemmeliyetçilik manyaklığı ve onunla beraber sürüklendiğimiz tükeniş noktası. Film, adı itibariyle baba karakteri Winfried Conradi’nin uydurduğu Toni Erdmann’ı başrole alıyor gibi görünse de Toni Erdmann’ın varlığının nedeni aslında Ines. Ines’in babası açısından ulaşılmazlığı. Mutlaka izlemenizi tavsiye ettiğim için konu detayına girmediğim film, esasen kendisini affettirmeye ve kızına ulaşmaya çalışan bir babanın ‘ekstrem’ yöntemi olarak kısaca özetlenebilir. Bu aşırılığın ulaştığı trajikomik zirveyi keşfetmeniz için o koltuğa geçmeniz ve belki de Ines olmanız gerekiyor. Zira Toni Erdmann anlatılmaz, yaşanır bir karakter!
Komik dişlerinden daha da komik saçına kadar her şeyinin sahte olduğunu gözümüze soka soka insanlara kendisini dinlettirmeyi başaran Toni Erdmann, peşinden koştuğu anlaşmayı bağlamak için iş adamının karısıyla alışverişe çıkan Ines’in “samimiyeti” kadar gerçek! Ines’in A+ parlak hayatının sahteliğine ve bu sahteliğin çatır çatır kırılmasına dair en zirve sahne ise şüphesiz ki evde verdiği davet aşaması. Filmin senaryosunu da yazan Maren Ade öyle bir hamle yapıyor ki karakteriyle, pek çoğumuzun asla cesaret edemeyeceği gerçek bir kırılma noktasına çıkıyor. Çünkü ‘elimizdekileri’, tırnaklarımızla kazıdıklarımızı kaybetmeye cesaretimiz yok. Film seyirciye de tokadı belki bu noktada atıyor; takdir sizin.
Filmi hem bu mükemmeliyetçilik (ve onun getirisi olan iletişimsizlik/ulaşılmazlık) noktasından yorumlayabilirsiniz, hem de kız evlat-baba ilişkisi açısından. Ade’nin senaryosu Winfried Conradi’yi yarı-kepaze bir kılığa sokuyor belki ama tüy yumağı koca ayak kılığındaki bir babanın kızına ulaşmaya çalışma çabası takdire şayan! Öyle bir baba ki beraber olabilmek için çareyi ancak kızını kendisine kelepçelemekte buluyor! Çok mu absürd bir yöntem, siz bir de filmin tümünü seyredin!
İyi kurgulanmış karakterleri, sabır isteyen akışı ama sonunda ulaştığı duygusal eşikle Toni Erdmann geride bıraktığımız yılın en iyi birkaç filminden biriydi. Bir diğeri de gene bu Cuma vizyona giren Manchester By The Sea. İkisi de bilet parasını sonuna dek hak eden yapımlar olarak vizyondaki yerlerini alıyorlar.
Son söz olarak Toni Edmann’a Akademi koridorlarında bol şans diliyor ve filmin sonuna kadar sabredemeyen uluslararası basın camiasına bir de Türk komedilerini seyretmeye davet ediyorum!