Hesabım
    Sıradışı Anne
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Sıradışı Anne

    Beklentileri çok da yüksek tutmayın...

    Yazar: Orkan Şancı

    Bir filmin anlatımına kadroyu saymakla başlamak, genellikle yersiz bir çabadır. Ama “Sıradışı Anne”de öyle bir kadro var ki, dikkatleri ister istemez üstüne çekiyor. Başrollerde iki usta Oscarlı oyuncu, Meryl Streep ve Kevin Kline var. Senaryoyu, “Juno” ile Oscar kazanan Diablo Cody yazmış. Yönetmen ise, “Kuzuların Sessizliği” ile Oscar kazandıktan sonra farklı türlerde eserler veren Jonathan Demme. Böyle bir kadronun kotardığı filmin, ister istemez gelecek yılın Oscarları için yarışacağını düşünebilirsiniz. Ama öyle olmayacak gibi görünüyor. Gösterim tarihinin erkene çekilmesi ve özellikle ön gösterimlerde gelen ortalama eleştiriler, bunda büyük etken.

    Büyük beklentilere rağmen filmin bekleneni verememesinin en büyük nedeni, küçük bir hikaye anlatması değil aslında. Nice küçük hikayelerin beyazperdede büyüdüğünü gördük. Filmdeki temel sorun, çatışma noktalarının zayıf kalması. Şöyle anlatalım:

    Linda (Streep) uzun yıllar önce kocasını ve üç çocuğunu terk edip kendini rock kariyerine adar. “Ben Ricki” olarak doğdum der, ismini Ricki olarak değiştirip grubu The Flash ile konserlere çıkmaya başlar, rock’n roll tarzı hayatı benimser, özgürlüğüne önem verir, her şeyden vazgeçip kendi yolunu çizmek ister. Çizer de. Ama o yol, parlak bir kariyer getirmez. Bir çok hata yapar. Sonunda barlarda cover parçalar söyleyen yaşlı bir kadın rock sanatçısı olmaktan öteye gidemez. Derken bir gün eski kocasından telefon alır. Kızları, kocası tarafından terk edilmiştir. Depresyondadır. Diablo Cody’nin kotarmasını beklediğimiz cinsten bir sorun yani. Ricki son parasını verip ilk uçakla kızının yanına koşar. Ona destek olmaya çalışır. Uyum sorunları ortaya çıkar tabii. Yine Cody’nin senaryosunda nakış gibi işleyecek replikleriyle kotarmasını beklediğimiz cinsten sahneler bunlar.

    Ama bir olmamışlık havası vardır ki her sahneye siner. Sean Penn’in “This Must Be The Place”i gibi, yaşlı hatta emekli sayılabilecek bir rock yıldızının “olmak isteyeceği türden” bir yer değildir bu ortam. Eski aile ortamı. Ama Ricki için her şey basittir. Fazla sorun yaşamaz. Tek bir sahne dışında, eski kocasıyla arasında ne bir gerilim ne de romantizm alevini tutuşturacak bir kıvılcım görürüz. Sadece kızı tarafından değil, oğulları tarafından da ilk başta hoş karşılanmaz Ricki. Konu bir türlü ilerlemez. Ricki bunca yıl sonra neden döndüğünü açıklayamadığı gibi, film de bunu anlatmayı boş vermiş görünür. Ricki’nin, acı hayat tecrübesiyle kızını iyileştirmesini umabilirsiniz ama bunu da görmeyiz. Ricki ile eski kocasının eşi arasında bir gerilim olduğu anlar bile doğru düzgün işlemez. Herkes kendince haklıdır çünkü. En başta, empatiyi asıl kurmamız gereken Ricki karakterini bir türlü çözemeyiz. Streep, eline gitar verilip, saçı makyajı yapılıp sahneye senaryo olmadan atılmış gibi durur. Film, karakterlerini derinlemesine incelememize izin vermeyen öyle yüzeysel bir anlatım tutturur ki en önemli karakter olan Ricki’nin bile içine girmemiz zorlaşır.

    Tüm çatışma alanlarının güçsüz kalması, kilit karakterlerin sorunlarının dramatik bir yapı yerine -sanki- kendiliğinden çözüverilmesi, filme önemli ölçüde kan kaybettirmiş. Finaldeki, bu kendiliğinden çözüme kavuşmuş gibi duran sorunlar yumağı, inandırıcılıktan son derece uzak, son derece yapay bir tercihe rağmen, ortada öylece kalıverir.

    Usta yönetmen Jonathan Demme ne yapmış peki? İşlemeyen, ilerlemeyen, kendi içinde çözüm üretemeyen bu yapı karşısında, Meryl Streep’in canlı seslendirdiği şarkılarla bezeli sahneleri olabildiğince geniş tutmuş. Streep’in, 1980’lerin pop-rock yıldızı Rick Springfield’la aynı sahnede döktürdüğü bu sahneleri izlemek gayet hoş aslında. Sorun, bu sahnelerin bir yerden sonra filmde “dolgu malzemesi” tadı vermeye başlaması.

    Tüm bu anlattıklarımıza bakıp filmin kötü olduğunu düşünmeyin sakın. Sadece, beklenti kötü şey işte. Asla kötü olmayan bir film için bunları yazmak boynumuzun borcu haline geliyor. Zira dramatizasyon açısından iç gıcıklayıcı, birçok çağrışıma sebep veren, çok farklı yerlere evrilebilecek hoş bir konseptin, zayıf kalan senaryo nedeniyle çarçur edilmesine tanıklık ediyoruz ne yazık ki. Filmden geriye, Streep’e belki de 20. Oscar adaylığını getirecek gerçekçi gitar-vokal performansı dışında pek bir şey kalmıyor.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top