Hesabım
    Garez
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    1,5
    Kötü
    Garez

    Bize ne gareziniz var?

    Yazar: Fırat Ataç

    The Eyes of My Mother (2016) ve Piercing (2018) filmlerinden sonra, hiç vakit kaybedilmeden ‘bağımsız korku/gerilim sinemasının harika çocuklarından biri’ olarak lanse edilen Nicolas Pesce’nin stüdyo trenine binmesi uzun sürmedi. Hollywood’ta çok uzun zamandır süregelen bu hikaye, otörlük hayaliyle yola çıkan birçok genç yönetmeni memuriyet saflarına katmaya devam edecek gibi. Pesce, geçerliliğini çoktan yitirmiş Grudge evrenine adım atarken ne düşünüyordu bilemem ama bu evrenin –para getirsin ya da getirmesin- ne denli büyük bir akıl tutulmasına doğru gittiğini çekilen film sayısıyla özetleyebilirim.

    Japonya sınırları içerisinde ikisi spin-off olmak üzere tam dokuz uzun metraja sahip olan bu Garez, mevzu bahis laneti dokuz filmde anlamayanlar için iki adet kısa filmle taçlandırılmıştı. Serinin yaratıcısı Takashi Shimizu, Amerika’dan gelen daveti kıramayıp kendi filmini yeniden çevirimini bizzat kendisi yönettiğinde seneler 2004’ü gösteriyordu. Filmin 10 milyon dolarlık bütçesini tam 18’e katlaması, gitgide hasılatları düşen iki devam filmini de beraberinde getirdi. Geldiğimiz noktada, Pesce’nin yeniden çevrimin yeniden çevrimi olan bu filmi, aynı zamanda serinin 15. halkası! O kadar büyük bir gurur ve inat ki beynim yanıyor…

    ‘Lanetli eve giren insanın lanetlenmesi, o evden çıksa bile laneti üzerinde başka bir destinasyona taşıması, Hakk'ın rahmetine kavuşmadan önce mutlak suretle laneti başka birine geçirmesi’ esasına dayalı olduğu için sonu gelmeyen bir sarmalın içerisindeyiz. Peki Pesce, bu sarmala kendisine has bir dokunuş yapabiliyor mu? En iyi niyetli yaklaşımla ‘yapmaya çalışıyor.’

    Atmosfer öncüllerine göre karanlık, gölge oyunları filmin tamamına sirayet etmiş durumda. Kirli gözükmesine özen gösterilmiş sepya tonlarındaki renk paletinin, filmdeki sayısız travmayla birleşmesi depresiflik ve melankoliyi beraberinde getiriyor. Orijinal Grudge’ın lineer olmayan kurgusu burada da geçerli lakin karakter fazlalığı filmi neredeyse bir korku antolojisine dönüştürmüş durumda. Hali hazırda ölmüş olan karakterlerin nasıl öldüklerini izlememiz için kurulan polis araştırma prosedürü, çok sevdiğimiz kabak tadını çürük kabak tadıyla harmanlıyor.

    Lanetin zaman içerisinde nasıl yer değiştirdiğini izlememiz, dosyalara ataçlanmış haber küpürlerine, fotoğraflara ve sayısız Google aramasına mahkum ediliyor. Araştırma sürecini takıntı haline getirmiş dedektifin yeni boşanmış tek çocuklu bir anne olması nispeten anlam kazanırken, her biri neredeyse fiyasko jump momentlarla sonlanan korku sekanslarının zavallı tamamlayıcıları diğer karakterler ve onlara atfedilen gündelik hayat dertleri zerre umurumuzda olmuyor.

    The Grudge’ın en büyük problemi; zaten bildiğimiz, tahmin etmenin çocuk oyuncağı olduğu hikaye örgüsünden merak duygusu çıkarabildiğini sanması. Yönetmen, hiçbir şeyi seyircisinin hayal gücüne bırakmıyor, sabır ve zekaya hakaret ediyor. Döngüsünü tamamlayan her olay, henüz 20 dakika önce izlediğimiz başlangıç anına dönüp ‘Anladınız mı? Bakın burada zaten açıklamıştım!’ diye suratımıza vuruluyor, zafer nidalarıyla kulağımızı tırmalıyor.

    Pesce’nin girizgah ve kapanış sekanslarında kullandığı geniş planlar, sahne üstü yazıları, derin sessizlik tercihleri içi boş bir stüdyo filmine boca edilen bağımsızlık sembolleri olarak kalıyor. Yönetmenin stilinin, kendisinden beklenenle hiçbir zaman uyuşmamasının sonucu ne yazık ki ‘hilkat garibesinden hallice’. Anlatmaya çalıştığı travmaları anlatamayıp kendi kariyer travmasına kafadan giriş yapmasıyla sonuçlanıyor bu deneme. Bir sonraki yönetmenliği herhangi bir serinin 23. filmi olmadığı müddetçe kendisini toparlama ihtimali var. Bu çıkarım da kendisinde var olduğuna inandığım yeteneğin bana verdiği yetkiye dayanarak yapılmış olsun!

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top