Taktik Maktik Yok!
Yazar: Onur Kırşavoğlu2010 yılında başlayan, her bölümünde yıldız kadrosunu artıran, aksiyon türüne temas etmiş herkesi bir şekilde kullanan The Expendables (Cehennem Melekleri) serisi dördüncü kez izleyici karşısına çıkıyor. Bu kez Uzakdoğu’dan kadroya transfer yapan seri, yine herhangi bir derinlikli senaryoya sahip olmadan, hatta aksiyona başlamak için bile çok zahmet etmeyip taktik maktik yok düsturuyla hareket eden bir anlatıyla açılışını yapıyor. Sylvester Stallone’nin yine başrolde olduğu filmde, Jason Statham, Megan Fox, 50 Cent, Dolph Lundgren, Tony Jaa, Iko Uwais, Andy Garcia, Randy Couture, Jacob Scipio, Levy Tran ve Lucy Newman Williams gibi yıldızlar boy gösteriyor. Yönetmen koltuğunda ise aksiyon filmlerine aşina olan Scott Waugh oturuyor.
Filme geçmeden önce bu serinin en kötüsünün bile neden ilgi çektiğinden bahsetmek gerek. 80’li yıllarda video kaset teknolojisinin yaygınlaşması ve ev sinemasının izleyiciyi etkisi altına alması birçok tür ve oyuncunun da patlama yapmasına sebebiyet verdi. Bol kanlı ama düşük bütçeli aksiyon filmleri, tek mekanda geçen bol patlamalı gerilimler ve oyuncuların ön planda olduğu yıldız filmleri bunların başını çekiyordu. Ev sineması nispeten daha az bütçeli filmleri de meşrulaştırıyor, izleyici beklentisini düşürüyordu. Bu durum Türkiye’de arabesk furyasıyla kendini gösterse de Amerikan sineması ve dünya Sylvester Stallone, Arnold Schwarzenegger, Michael Dudikoff, Jean Claude Van Damme, Dolph Lundgren ve Chuck Norris gibi yıldızları sahneye çıkardı. Bu filmlerin senaryo kaygısı yoktu. Bir düşman ve kurtarılması gereken herhangi biri yeterliydi. Tabii bazen işi abartıp kurtarılması gerekenin dünya olduğu senaryolar da vardı. Bu tür, 80’lerden sonra giderek azalsa da aksiyon hiç bitmedi ve koca bir janr, suçlu zevk olarak izleyicilerin kalbinde yer etti. Bunun karşılığı olarak da The Expendables serisi özellikle yaşı biraz geçkin izleyicilere ilaç gibi geldi ve içinde 80’ler ev sinemasına ait her şey vardı...
Dördüncü filmde de bunları bulmak mümkün... Açılışta takım yeniden toplanıyor ve biz daha ne olduğunu anlamadan göreve başlıyor. Dünyayı tehdit eden, muhtemel üçüncü kez dünya savaşı başlatacak olan nükleer bir silah mevcut. Zaten başka ne olabilirdi ki? Bunu ele geçiren ve herkesin ölümüne sebep olabilecek bir düşman da karşıda. Yapılacak şey çok basit: Bizim takım bombayı imha edip düşmanı yok edecek. Tahmin edeceğiniz üzere, filmin en az 100 dakika sürmesi için bazı manevralar lazım. Düşman aslında başka biri! Düşman sanılan kişi esas düşmanın sağ kolu? Belki de sürpriz bir şekilde takım dağılır ya da biz dağıldığını zannederken bir araya gelirler. Belki de tüm bunların hepsi zaten önceden planlanmış bir taktiktir? Taktik değilse de işin ucu oraya gidiyordur. Bir dakika, lanet olası bomba, yoksa sanılan yerde değil mi? Tüm bunların hepsi olabilir ya da hiçbiri olmayabilir. Gerisini aksiyon yıldızlarına bırakmanız gerekecek! Beklentiyi düşürün... Biraz daha düşürün... Suçlu zevk dedik ya daha da düşürmeniz gerekiyor. Tamam şimdi oldu. Arkanıza yaslanın ve 100 dakika boyunca ev sinemasında ailecek hep beraber izlediğiniz o “harika” filmleri düşünün. Muhtemelen, ailecek bir arada olduğunuz son mutlu günler de onlardı değil mi? Neyse, film bu hislerden ibaret, bu hisleriniz yoksa tam bir rezalet ama o da en eğlencelisinden.
Her an sinemayı bırakabilirler. Sadece tadını çıkarmak gerekiyor. Zira, bu yıldızlar olmasa bile aksiyon ve suçlu zevk kategorileri devam edecek, ediyor da... Bazen John Wick olarak karşımıza çıkacak, bazen de Robert McCall ama Lundgren ve Stallone’yi, nam-ı diğer Rocy Balboa ve Ivan Drago’yu belki de bir arada tekrar göremeyeceğiz. Bu yazı, film eleştirisinden daha çok bir nostalji özlemi içerdi biliyorum ama Cehennem Melekleri’nin de hissettirdiği bu değil mi? Sinemasal bir şölen, yaratıcı bir senaryo ya da muhteşem performanslar bekleyen de yoktur sanırım. Eğlenip, çocukluğumuza gitsek yeterli. Bu hissiyat için salonlarda bir şansınız daha var. Kaçırmayın...