Hayatta muskalardan medet ummayın!
Yazar: Duygu KocabaylıoğluYakın dönem yerli sinemamızda özellikle 2000’ler sonrasında maddi imkânsızlıklar, orijinal senaryo kıtlığı ve görsel efektlerde inandırıcılık sorunsalları aşıldıkça, korku ve gerilim türlerindeki işlerin niteliği ve niceliği de artış gösterdi. Çekilen ve vizyona giren yapımların rakamsal verilerinde bu artışı bariz biçimde görmek mümkün. Öte yandan emekleme döneminden nihayet ergenlik çağına geçen yerli korku sinemamızda iz bırakmadan geçen Mühürlü Köşk, Görünmeyenler ve “birkaç Hasan Karacadağ korkusu” olmaktan öteye nefesi yetmeyen Dabbe serisi gibi örneklerin yanı sıra, Ses, Zombilerin Düğünü, Ammar, Musallat 2: Lanet gibi kalburüstü girişimlerin olduğunu da es geçmemek gerek. İşte bu hafta karşısına kendi türünde 3 yabancı yapımı alan Muska, bu kaosun içinde kendisine iyi bir yer edinme ümidiyle vizyona giriyor.
Hostes sevgilisini aldatan çapkın bir adam ile açılan film, ana karakter Celal’in çevresinde şekillenen bir gerilim sarmalı şeklinde ilerliyor. Sevgilisi tarafından basılınca hayatı çorap söküğü gibi dağılmaya başlayan Celal, iş yerinde patronundan ‘ayar’ yiyor, sözüm ona kendisine destek görünen iş arkadaşı ona bir divanı bile çok görüyor, bu arada meteliğe de kurşun atıyor. Tam da bu esnada ona evini açmayan ‘iyiliksever’ iş arkadaşı gazetede bulduğu bir kiralık oda ilanını gidip yerinde görmesi için Celal’i ikna ediyor. Celal başta evin görüntüsünden ve ev sahibesi yaşlı Aliye Hanım’dan ürkse de borç parayla konağın bir odasını kiralıyor. Tabii bu hamlesinde koridorda gördüğü Yasemin’in etkisi de büyük! Fakat Don Juan ruhuna yenik düşen yakışıklı ve beş parasız baş kahramanımız nasıl bir belaya bulaştığını birkaç gece içerisinde gördüğü korkunç kabuslarla anlıyor. Ama saati geriye işletmek artık çok da mümkün değil!
Filmin senaryosunu Serhan Nasırlı ile birlikte kaleme alan yönetmen Özkan Çelik, aslında filmin başlangıcı açısından risk alıyor. Zira Celal tam bir anti-kahraman ve seyircinin empati kurmasını zorlaştıracak, itici bir adam. Öyle anlar geliyor ki “ne hali varsa görsün be!” diyorsunuz içinizden. Celal farkında olmadan ona biçilen kadere doğru yürürken, seyirci içinde filmin taşları bir bir yerine oturuyor. Dramatik ve trajik bir hikayenin piyonu olduğunu bilmeyen kahramanımızın çevresinde dolanarak bu gizemli evin, büyü işleriyle uğraştığı 1000 km. öteden belli olan Aliye Hanım’ın ve günbegün farklılaşan diğer kiracı Yasemin’in derdini anlamaya başlıyorsunuz. Bu ev bir muska karargâhı dostum!
Hikayeye dair daha fazla spoiler /sürprizbozan vermeden oyunculuklara değinecek olursak, Aliye Hanım rolünde yılların tiyatrocusu ve sinemacısı Tanju Tuncel gerçekten döktürüyor. Laleli’de okuyup, üfleyen bir cinci bir hocaya gitseniz Tuncel’den iyisini bulamazsınız. Masum ev sahibi, yaşlı nine maskesini de pek iyi kullanıyor. Esas oğlan Sezgin Erdemir ise senaryonun kendisinden beklediği karakter bütünlüğünü ve uyumsuzluğunu perdeye aksettiriyor. “Öyle ki iticisin ki keşke ölsen!” bile diyebilirsiniz Celal’a karşı. Aslı Şahin ise Yasemin karakteriyle bir var bir yok hayalet misali gezinse de, bu karakterin ağırlığını da finale doğru hissediyorsunuz.
Seyirciyi koltuğuna yapıştırıp tir tir titremek gibi bir korkutma hedefi olmayan film, büyü kültüründeki muska ve kara büyü öğelerini bolca kullanarak gerilim dozunu tüm filme yaymaya çalışıyor. Bu sahnelerin görsel efektleri çok az yerde gözü tırmalasa da, özellikle kullanılan plastik makyajın gerçekçiliği ve muskaların tavandan sarktığı sahne filmin çarpıcı anları olarak akılda kalıyor. Bu noktada filmin neredeyse yüzde 80 aynı mekânda geçtiğini ve öykünün atmosferi için seçilen evin çok doğru bir tercih olduğunun da çizelim.
Sonuç olarak karşımızda çıtayı tutturmanın zor olduğu bir türde, elin taşın altına koyan bir ilk yönetmen ve ilk uzun metrajlı film deneyimi var. Öykü orijinal, atmosfer gergin, muskalar ürkütücü! Bu filmden sonra cevşen satın alırken bir kez daha düşüneceksiniz! Muska, bol filmli temmuzun ayının son haftasında tek yerli yapım olarak sinemalarda…