Adaletin tecellisi her şeyin üzerindedir.
Yazar: Ali Ulvi UyanıkFilm, Avusturyalı simgeci ressam Gustav Klimt'in (1862-1918), "Portrait of Adele Bloch-Bauer I" adını vereceği, tuval üzerine altın ve gümüş kullandığı yağlıboya tablosunu yaparken, modelinin huzursuzluğunu fark ettiği sahneyle açılır. Üstadın modeli olan Adele Bloch-Bauer (1881–1925), güzel ve sezgileri güçlü bir kadındır. Yaklaşan tehlikeyi ve ailesinin parçalanmasını sanki görmüştür. Nitekim, Adele yaşamasa da, Hitler'in Almanya'nın bir parçası haline getirdiği Avusturya'da, her Yahudi ailesi gibi onunki de ezaya uğrar, dağılır, tüm sanat eserlerine ve değerli eşyalarına el konulur, adeta yağmalanır...
Anımsayınız, geçen yıl seyrettiğimiz George Clooney filmi "Hazine Avcıları (The Monuments Men)"nda , savaşın bitmesine yakın, Nazilerin kaçırdığı sanat eserlerinin peşine düşen bir grup uzmanın iz sürerek, zorlu biçimde de olsa önemli bir bölümünü nasıl kurtardıklarının öyküsünü seyretmiştik. "Altınlı Kadın (Woman in Gold)" ise, savaşın bitmesinden yaklaşık yarım asır sonra, Avusturya'nın, 1998'de bazı eserleri sahiplerine iade etmesi yolunu açmasının da etkisiyle harekete geçen Maria Altmann (1916-2011) ile avukatı Randol Schoenberg'ün (1966-) gerçek hikayesi.
Maria (Helen Mirren), opera sanatçısı olan kocası Fritz (Max Irons) ile ülkesinden kaçarak ABD'ye gelmiştir... Randol (Ryan Reynolds) ise, Avusturya'dan göçmüş bir ailenin çocuğudur; her iki dedesi de ünlü bestecilerdir.
Aynı ülkeden ve sanatçı akrabalara sahip olmaları gibi ortak noktaları olan yaşlı kadın ile henüz mesleki olarak ayakları üzerinde duramamış genç evli avukat, bir istirdat (geri alma) davası açarak, Viyana'daki Belvedere Galerisi'nde sergilenen tabloları geri isterler. Ancak, sadece "Portrait of Adele Bloch-Bauer I" bile yüz milyon dolar üzerinde bir değere ve "Avusturya'nın Mona Lisa'sı" ünvanına sahipken, bu hiç ama hiç kolay olmayacaktır.
Marilyn Monroe'nun, Laurence Olivier ile film çektiği İngiltere'de geçen günlerini, bir asistanın gözünden anlattığı "Marilyn ile Bir Hafta (My Week with Marilyn)" ile tanıdığımız yönetmen Simon Curtis, bu filminde uzun bir dava sürecini aktarırken, aynı zamanda, oldukça etkileyici, insani bir hikaye anlatmış. Maria'nın çocukluk ve genç kızlık dönemlerine dair anılarında capcanlı duran aile sevgisi ile ayrılığın üzüntüsü, ana hukuksal mücadeleye paralel geriye dönüşlerle yüreklerimizi acıtırken soruyoruz: Adaletin tecellisi, yazılı yasalar dışında asıl vicdanlarla sağlanmaz mı?
Maria için, yok edilen insanlar, değerler, güzellikler geri getirilemezse de, tabloların geri alınması suretiyle, esasen, yapılan hukuksuzlukların / zulümlerin bir itirafı ve özrü sağlanmış olacaktır. Maria ile Randol'a destek sağlayan ve Avusturya'nın vicdanını temsil eden insanlardan biri olan gazeteci Hubertus Czernin'e göre de, toplum, geçmişin şeffaflaştırılıp, adaletin eşit dağıtılması ile rahatlayacaktır.
Farklı kuşaktan iki oyuncunun enfes yorumları ile bir dizi küçük rolde yer alan deneyimli adların lezzetli performanslarını bir araya getiren film, bir hukukun üstünlüğü dersi de veriyor. Kendilerini 'sıkışmış' hisseden tüm yargı mensupları alıp başucu filmi yapsınlar. Söz konusu hukuk olduğunda, evrensel yasaların/ ilkelerin ve kişi haklarının, devlet politikalarının üzerine nasıl çıktığına bir kez daha tanık olsunlar... Bir de, mekanların karakterleri ile öykünün dokularına nüfuz ettirilmiş sanat eserlerini ve objeleri farklı bakış açılarıyla inceleyebilecek, plastik sanatlar ve mimari tutkunları kaçırmasınlar.