Pek çok insanda, kültürel bir "soğuk duş" etkisi yaratan senaryosunu Chris Sparling'in yazdığı ve yönetmen koltuğunda da:
Eleştiri bombardımanına tutulduğu, sıra dışı filmlere attığı imzalar vasıtasıyla ayar bozmasıyla da tanınan Gus Van Sant'ın oturmakta olduğu “The Sea Of Trees”; gizemini sonuna kadar koruyan, bir drama olarak geliyor karşımıza...
Gelin isterseniz, 25 milyon dolarlık bir bütçeyle çekilen ve 16 Mayıs 2015'deki dünya prömiyeri; aday gösterildiği "Altın Palmiye" Ödülü için yarıştığı Cannes Film Festivali'nde yapılan ve akıl almaz bir biçimde de, brüt 826 bin dolarlık bir hasılat rakamıyla gişeye çakılan bu filme biraz daha yakından bakalım...
***
Amerika'daki havalimanının otoparkına aracını park eden Arthur Brennan (Matthew McConaughey); sanki ülkesine geri dönmeyecekmişçesine, aracın anahtarını kontağın üzerinde asılı olarak bırakmasının yanı sıra koltuğun üstündeki otopark fişini dahi yanına almadan, "All Nippon Airways - ANA" havayollarının masasındaki görevliye (Ryoko Seta) tek yönlü Tokyo uçuşuna check-in yaptırarak uçağa alınacağı kapıya doğru yönelir...
Kabin ekibindeki kadının (Naoko Marshall) ikram önerisini de, aç olmadığı gerekçesiyle reddettiği uçuşu tamamlandığında; önce bir trene binen Arthur, sonra da atladığı bir taksiyle hedefindeki (Japon mitolojisine göre ölülerin ruhlarına ev olmak görevini de üstlenen) Japoncası "Aokigahara" olan "Suicide Forest / İntihar Ormanı'na" varır...
***
"Ebeveynlerinizce size verilen hayat çok değerlidir! Bir kez daha, ebeveynleriniz, kardeşleriniz ve çocuklarınız üzerine düşünün..." şeklindeki Japonca ve İngilizce bir uyarının bulunduğu, ağaca asılı bir tabelanın önünden geçen Arthur; çok kararlı bir biçimde yoluna devam eder...
Derken...
"Bir saniye bekle...
Hayatın mutlu mu? Yoksa zor mu? Dünya sadece zor şeylerle dolu değil... Eğlenceli olan birçok şey de var...
Hayatınızı mutlu kılmak için lütfen tekrar düşünün...
Bir şeyler düşünebileceksin... Sadece bir hayatın var, ona sahip çık..."
Yazılı bir başka tabela daha belirir...
Ama ona da aldırmayan Arthur; önüne engeller de konularak girişin yasaklandığı, içinde insan cesetleriyle onlara ait eşyaların bulunduğu, artık "köprüden önceki son çıkışı" kalmamış olan bölgeye adımını atar...
***
Bir ağacın dibine oturan Arthur, cebinden çıkarttığı üzerinde karısı Joan Brennan'anın (Naomi Watts) adının yazılı olduğu zarf içindeki bir paketi yanına koyar koymaz; yine cebinden çıkarttığı uyku ilaçlarını, küçük boy bir pet şişedeki su ile birer birer yutmaya başlar...
An itibarıyla da önünde, çıkışı bulamayarak kaybolduğu için ağlayıp sızlamakta olan Japon Takumi Nakamura (Ken Watanabe) belirir...
Bileklerini kesmiş olması sebebiyle, elleri kan içinde olan Takumi'nin yardımına koşarak, ona suyundan da veren Arthur; çıkış yolunun yerini de, eliyle işaret ederek gösterir...
***
Fakat çıkışı bulamayan Takumi ile Arthur'un yolları, yeniden kesişir...
Ve...
Ailesine dönmekte ısrarcı ve ciddi miktarda kan kaybettiği için üşüyerek titremekte de olan, pardösüsünü de verdiği Takumi'ye; yolu bulmasında Arthur, bir kez daha yardımcı olur...
Ancak aranılan yol, yine bulunamamıştır...
***
Tam da bu noktada...
Bir flashback aracılığıyla, Arthur'un bir emlakçı olan karısı Joan ile yaşadıkları ve "çatırdamakta olan evliliklerine" bir göz atıyoruz...
Gördüğümüz kadarıyla karşımızdaki, çok da iyi anlaşan örnek bir çift değil...
Ki bunu, sadece kendi aralarındaki laf sokuşturmalardan değil; birlikte yemek yedikleri Gabriella Laforte (Katie Aselton), Maryanne Wescott (Nada Despotovich), Paul Wescott (Charles Van Eman) ve Gil Cramer (Christopher Tarjan) ile yaptıkları konuşmalardan da anlayabiliyoruz...
Üstelik Joan'in alkol bağımlılığı da cabası...
***
Yeniden ormana döndüğümüzde...
Arthur, sırtından çıkarttığı kendi gömleğinin bir kolu ve Takumi'den vermesini istediği boynundaki kravatıyla; kan akışını durdurmak amacıyla, Takumi'nin bileklerine sararak tampon yapmakta...
Ardından da beraberce, çıkış yolunu bulmaya çalışmaktadırlar...
***
Çok geçmez...
Bu yorucu arayış sırasında, bir fırsatını yakalayan Arthur; neden ölmek istediğini sorduğunda...
İşyerinde yaptığı bir hata sonrasında kıdeminin düşürülerek, araştırma bölümünden alınıp basit bir evrak işine verilen, geçindirmekle yükümlü olduğu karısı ile kızının adlarının "Kiiro" ve "Fuyu" olduğu bilgisine de ulaştığımız Takumi'min bunu; gurur meselesi haline getirdiğini öğreniriz...
Ama sırf bu sebeple, insanın yaşamını sonlandırmaya kalkışması; Japon geleneklerinden haberdar olmayan Arthur'a çok saçma gelecektir...
***
Yetmez...
Bir Japon olduğu için Ortadoğu kökenli İbrahimi dinlere inanmayan Takumi ile fizik konusundaki bir bilim insanı olması hasebiyle; herşeyin bilimsel bir karşılığının bulunuyor olması gerektiğine inanan Arthur arasında, felsefi bir tartışma da alevlenir...
Dakika 30...
Vizyona girdiği yıl sinema salonunda izlediğimiz ve yapılan olumsuz eleştirilere aldırmadan sizlere de önereceğimiz filmin geride kalanında, değerli sinemasever dostlarımızı; beklenmedik ters köşe sürprizleri de bünyesinde barındıran, 80 dakikalık bir bölüm daha bekliyor olacak...
Keyifli seyirler...