Hesabım
    Sonsuzluk Ormanı
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    1,0
    Çok Kötü
    Sonsuzluk Ormanı

    Yanlış proje yanlış ellerde...

    Yazar: Ali Ercivan

    Gus Van Sant’ın 2015 Cannes Film Festivali’nde acımasızca yerden yere vurulan filmi The Sea of Trees dünyanın her yerinde olduğu gibi bizde de büyük bir gecikmenin ardından vizyon şansı buldu. Ne filmlerin vizyona giremediği ülkemizde bu yapımı gösterime sokmak da cesaret işi aslında ama kimseye akıl verecek değiliz tabii...

    Karşımızdaki filmin büyük kısmı, Japonya’da Fuji Dağı’nın kuzeybatısında yer alan ve İntihar Ormanı ya da Ağaçlar Denizi olarak bilinen Aokigahara Ormanı’nda geçiyor. İntihar etmek isteyen çok kişinin kendine mekan olarak seçmesiyle bilinen bu ormana, canına kıymak isteyen bir Amerikalının yolculuğuyla başlıyor öykü. Matthew McConaughey tarafından canlandırılan Arthur Brennan tam hayatına son verecek ilaçları içmeye başlamışken, ormanın içinde yolunu kaybetmiş gibi dolaşan, Ken Watanabe’nin canlandırdığı Japon bir adamla karşılaşıyor. Bileklerini kesmiş ama şimdi ormandan çıkmaya çalışan bu adamla beraber yollarını bulmaya uğraşıyorlar. “Hem ormanın içinde hem de hayatlarında...” diyelim çünkü film de tam böyle bir cümleyi hak edecek denli ağdalı, beylik laflara meyilli.

    Arthur’u intihar noktasına getiren olayları, yani alkolik karısıyla yaşadıklarını geriye dönüşlerle izliyoruz film boyunca. Problemli evlilikleri de basmakalıp münakaşalar ve kitabi diyaloglarla yansıyor önce perdeye. Sonra da hastalık klişeleriyle devam ediyor. Ormandaki yolculuk da yer yer bir tür “doğaya karşı mücadele eden insan” temasına savrulunca, filmin derdinin “hayat aslında sıkı sıkı tutunmaya değer” gibi fazlasıyla nahif bir cümleye ulaşmak olduğu anlaşılıyor. Gerisi maalesef hayal kırıklığı...

    Van Sant’in filmografisinde çok sayıda önemli bağımsız proje kadar başarılı stüdyo işleri de var. Good Will Hunting veya Milk gibi Oscar ödüllü yapımları da perdeye taşıdı kendisi. Filmografisi bağımsız ve stüdyo yapımları arasındaki ayrımları incelemek için de ideal bir alan aslında. The Sea of Trees’in problemi, bu ayrımın ortadan kaybolmuş olması sanki. Gus van Sant sinemasal tercihlerini, projenin özüne göre gayet net bir şekilde belirlemeyi başarabilen bir yönetmen olmuştu hep. Bağımsız projelerindeki üslubunu bildiğimiz gibi, başarılı ya da başarısız tüm stüdyo filmlerinde zanaatkar olarak ortaya koyduğu incelikli işleri de unutamayız. Bu son filmde hatanın kaynağı, yapımcının beklentileridir belki de... Ama filmin üslubuna karar verilemediği daha ilk dakikalarda ortaya çıkıyor. Özellikle de özgün müzik kullanımı, sorunu bağıra çağıra ilan ediyor. Bir sinema filminde uzun zamandır karşılaştığımız en kötü, en yanlış müzik kullanımına sahip The Sea of Trees. Yer yer neredeyse romantik komedi hissi uyandıracak kadar filmin duygusunu yakalamaktan uzak... Sanki birileri filmi izlenebilir kılmak, ana akım sinemanın alanına çekmek, yani kendince kurtarmak için bu müzikleri tercih etmiş gibi... Bunu yapanın Gus Van Sant olamayacağını düşünüyor insan. Fakat bu kalibredeki bir yönetmenin Cannes’da yarışmalı bölüme gönderdiği filminde kontrolü bu kadar kaybetmiş olabileceğine de ihtimal veremiyor...

    Gerry tarzı minimalist bir üsluba ihtiyaç duyarken, stüdyo filmi olmaya çalışan; arada kaldığı için gözlerinizi devirmeden izlemenin imkansız hale geldiği; olgun bir sinemacıdan ziyade, ettiği lafların çiğliğinin farkında olmayan bir yeniyetmeden bekleyeceğiniz, fena bir iş kısacası The Sea of Trees.

    Twitter: aliercivan

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top