Hesabım
    Tehlikeli Yürüyüş
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Tehlikeli Yürüyüş

    Büyük beklentilerinizi evde bırakın

    Yazar: Ekin Limoncu

    İp cambazı Philippe Petit'nin hikayesini duymuşsunuzdur. Petit, 1974 yılında New York'ta bulunan İkiz Kuleler'in arasında ip üzerinde akıl almaz bir yürüyüş gerçekleştirdi. Petit'nin yaşadıkları 2008 yılında James Marsh’ın Teldeki Adam isimli belgeseline konu olmuştu. Geleceğe Dönüş serisiyle akıllara kazınan Robert Zemeckis de The Walk filminde bu sıradışı ip cambazını anlatıyor.

    Yönetmen Zemeckis, The Walk film projesi üzerinde 10 yıldır çalışıyordu. Bu bilgiye sahip bir şekilde filmi izlemeye koyulursanız, ister istemez beklentiniz artar. Ancak filmin devamı boyunca beklentileriniz karşılanır mı, o konuda emin değilim. Özellikle Teldeki Adam'ı izlediyseniz ve etkilendiyseniz The Walk'ta büyük bir hayalkırıklığı yaşayabilirsiniz. Marsh’ın belgeselinde gördüğümüz ve aslında mucize olarak değerlendirebileceğimiz bu olay, The Walk'un ilk 70 dakikasına yerleştirilen kurmaca hikaye ile hafife alınmış gibi. Kurmaca hikaye izleyicide "baştan savma" bir his uyandırıyor.

    Petit'yi canlandıran Joseph Gordon-Levitt kendi adına iyi bir iş çıkarıyor diyebiliriz. Aslen Fransız değilseniz iyi bir Fransız aksanının oyunculuk adına zorlayıcı bir basamak olduğunu düşünürsek, Gordon-Levitt bu güçlüğün üstesinden geliyor. Ancak oyuncunun gözlerindeki mavi lensler, karaktere konsantre olmanızı engelliyor desek abartmış olmayız. Yakın çekimlerde "ben sahteyim" diye bağıran gözler dikkat dağıtıyor. Petit gerçekte mavi gözlü diye mavi bir göze ihtiyaç duymak neden? Oysa göz rengi hikayenin gidişatını hiç de değiştirmeyecekti.

    Petit ve arkadaşlarının İkiz Kuleler'e sızma planını gerçekleştirmeye başlamasıyla film biraz da olsa heyecan uyandırıyor. Filmin ilk yarısında neredeyse hiçbir çözümleme yapılmazken, Petit'yi çok fazla "karikatürize" olmuş olarak izliyoruz hatta bir şaklabanmışcasına. Bu yetmezmiş gibi bir de senaryo aşamasındayken uğraşılmayan giriş ve gelişme bölümü sanki "rastgele" kurulmuş ve yazılmış.

    The Walk ile ilgili kabul etmek gereken tek şey, cambaz Petit’nin kuleler arası yürüyüşünün muazzam bir gerilimle yansıtılması. Bir kuleden diğerine sağ salim geçeceğini bildiğiniz halde, sahneleri diken üzerinde izliyorsunuz. Buradaki kamera hareketleri, planlar ve müzik gerilimi elden asla bırakmıyor. IMAX ile izlenen bu sahnelerde yükseklik korkusu yaşayanlar az da olsa stres yaşayabilirler çünkü çok gerçek! Filmin giriş ve gelişmesi ne kadar bayağıysa sonuç bölümü bir o kadar görkemli.

    Teldeki Adam'da o yaşadığımız duygu yoğunluğu, bu filmde Hollywood yapaylığından mı bilinmez bir türlü hissedilmiyor. Zemeckis'in oturup "hikayeyi boşver birkaç efektle filmi kurtarırız" demiş olması muhtemel. Zorla beğendirilmek istenen havasından bir türlü kopamayan The Walk efektçi kafadan kurtulsaydı belki de bambaşka bir film olabilirdi. Açıkcası filmin sonunda gerçek karakterlerin fotoğraflarını gösteren bir kapanış beklerdim, en azından hikayeyle bir bağ kurmayı sağlayabilirdi.

    Uzaktan bakınca destansı bir biyografi izleyeceğiz sanıyoruz, ancak yakından bu bildiğimiz Oscar projesi.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top