Nostalji iyidir...
Yazar: Melis ZararsızKişisel olarak “eski”ye düşkünümdür, şimdiki deyimlerle “vintage”, “retro”, “antika”, hatta “hippi” herşey ilgimi çeker. Fakat biliyorum ki yalnız değilim, nostalji duygusunu seviyoruz biz insanoğlu. Fütürizme, modernliğe, yani geleceğe merak da vardır elbet çoğumuzda ama geçmişi de hep günümüzle kıyaslar ve “daha iyiydi” demez miyiz?
Bu nostalji duygumuz dönem dönem kabarıyor gibi geliyor bana, özellikle yitirilen bazı değerler daha fazla gün yüzüne çıkınca, yaşanan toplumsal, hatta siyasal bazı durumlar sonrası ağzımızdan “daha iyiydi” önermesi daha çok çıkıyor sanki... Toplum olarak kabaran bu duygularımızı doğru değerlendiren bazı program ve dizi yapımcıları/senaristleri var günümüzde. Kimi talk showlar ve tv dizileri 80’leri, 90’ları konu ettiklerinde rating rekorları kırılıyor ülkemizde son 5-6 senedir özellikle.
Fakat Türkiye’de bir sinema filminde hiç işlenmemiş olan iki konuyu, zamanda yolculuk etmek ve nostalji duygusunu biraraya getirmek, senarist Kemal Kenan Ergen’in aklına gelmiş ve Yeşilçam'ın usta yönetmeni Aram Gülyüz ile biraraya gelip bu fikri gerçekleştirmişler, bence iyi de etmişler, bu anlamda bir ilke imza attıklarını söyleyebiliriz. Zira insanoğlunun büyük hayali olan "zamanda yolculuğu" konu eden (Beyazperde olarak dosyasını da yaptığımız) çok fazla yabancı film örneği var elbette ama işte bu da Türk usulü Back To The Future! Hem de sarı bir Anadol ile!
Doğruyu söylemek gerekirse, denizin ortasında küçük bir balıkçı teknesinde tek başına takılan adamın denizin yüzeyinde ölü gibi yatan adamı birkaç montaj hilesiyle elinin tek hareketiyle teknesine alabiliyor gibi yaptığı açılış sahnesinde bir “eyvah” dedim. Devam eden planlar ise Gürgen Öz’ün canlandırdığı Tolga karakterinin şımarık, egoist bir zengin çocuğu olduğunu anlamamız için çekilmiş bir başka absürdlükten oluşuyordu, fakat herşey Tolga’nın babasını ölüm döşeğinde ziyaret etmesinden sonra bir çizgiye oturdu diyebiliriz.
Babasının ona vasiyet olarak tek bıraktığı külüstür bir Anadoldur. Hayal kırıklığı yaşayan paragöz Tolga Anadol’a biner binmez kendisini 1973’te bulur. Ve olaylar gelişir diyelim, senaryoyu çok da fazla açık etmeyelim fakat senaryonun fantastik bir hikayeye göre epey tutarlı ve mantıklı devam ettiğini söyleyebiliriz. Karışık ve yoğun bir içeriğe rağmen hikayenin inandırıcı olmayan bir kısmı yok gerçekten, detaylar iyi düşünülmüş ve belirli konuların içi tutarlı şekilde doldurulmuş.
Dönem filmlerinde en önem verdiğim konulardan biri de diyalogların o dönemin jargonuna ne kadar uygun yazılabilmiş olduğudur ve maalesef bu konuda çoğu kez sıkıntılar olur. Bu senaryoda ise bu konuya özellikle dikkat edilmiş olduğu çok belli, gerçekten de dönemin esprileri, ağızları, hareket ve motivasyonları vardı, bu titizlik açısından takdiri hakediyor Kemal Kenan Ergen.
Filmin kostüm, dekor, tasarım konusunda da başarılı olduğunu söylemek lazım. Her ne kadar geçmişi yansıtan dizilerimizde olduğu gibi burada da yakın planlarla bazen “bakın, ne kadar da döneme uygun tasarladık, o zamanlar böyleydi” dercesine bunların gözümüze sokulduğunu hissetsem de, genel anlamda göze batan çok bir şey yoktu. 70’lerin sanat güneşi Zeki Müren’i canlandıran Fehmi Dalsaldı, ses tonu ve mimikleriyle rahmetliyi başarıyla canlandırsa da, saç makyajın aynı şekilde başarılı olduğunu söyleyemeyeceğim.
Zaman Makinesi 1973, 70’li yıllardaki devrimci ve ülkücü harekete geniş biçimde yer verirken, Gezi olaylarına selam çakan ince espriler yapmaktan da çekinmiyor, bunu bol bol malzeme ediyor kendisine... Fakat “babacım” konusu tamamen tesadüf, zira hikaye yazıldığında henüz yaşanmamış bir siyasi gündemdi, yine de cuk oturmuş diyebiliriz.
Filmde en başarılı bulduğum oyuncunun çocuk oyuncu Can Bartu Aslan, öykü boyunca bizi takip eden birçok şahane MFÖ, Barış Manço parçasına rağmen beni en etkileyen şarkının ise Gökalp Ergen-Geri Dönme olduğunu belirtir, samimi, naif ve duygusal bu filme bir şans vermenizi öneririm.
about.me/meliszpirlanti