10 /Üzerinden 10
Kaliteli bilim kurgu filmi izlemek artık çok zorlaştı. Contact, 2001: A Space Odyssey, 12 Monkeys, The Moon… Nerede böyle yapımlar diye soruyorum kendime. Gravity, Interstellar göz kırpar gibi oldu ama yerlerini doldurabileceğini düşünmüyorum. Şimdi de Arrival dediler, Amy Adams dediler, Denis Villeneuve dediler bir göz atalım dedik. Denis, Blade Runner’ın yeni versiyonunu çekeceği haberiyle gündeme gelmişti. Sicario ve Enemy yapımlarını da unutmamak lazım. İddialı yapımımıza şöyle SPOILERSIZ hali ile başlayacağım.
Yapayalnız bir kadın. Amerika’nın bir üniversitesinde “Dil” üzerine eğitim veren, hakkında kitaplar yazmış bir öğretmen; Louise Banks (Amy Adams). Filmin ana karakteri, merkezi, her şeyi bu karakterdir. Tüm yükü Amy Adams taşıyor. Ki bu benim gibiler için yeterlidir. Hayranlıkla izledim filmi, Amy sayesinde. Her zamanki gibi dersini vermek üzere üniversiteye gelen Louise, koridorda ufak karmaşalar görür ancak önemsemez. Sınıfa girdiğinde ise bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar öğrenci vardır. Dersine başlamak üzereyken öğrencilere mesajlar, haberler gelmektedir. Televizyonu açtıklarında ise, Dünya’nın 12 yerine 12 tane bilinmeyen cismin indiğini öğrenirler. Dersi iptal etmek zorunda kalır ve evinin yolunu tutar. Ancak herkes panik halindedir. Bu devletin bir tatbikatı mı yoksa uzaylı istilası mı kimse bilmiyordur. Uzaylılardan daha tehlikeli bir şey varsa da o da panik yapmış insanlardır. Trafik kazaları olmakta, neden hala üzerimizdeler diye hükümete saldıranlar sokakta çevreye zarar vermektedir. Louise evinde yalnız başına haberleri izleyerek uyuyakalır ancak alçak uçan F-16’lar rahat bırakmaz. Panik yapmayan tek insan olarak boş üniversiteye gelen Louise Banks’in elinden haberleri izlemekten başka bir şey gelmez. Ancak odası bir albay ve devlet görevlileri tarafından ziyaret edilir ve Louise’in macerası başlar.
Birazdan spoiler dahilinde incelememe başlayacağım. Filmi izlemeyenlere sinemada izlemelerini şiddetle tavsiye ediyorum. Gizem ve gerilim dolu bu bilim kurgu harikasını iliklerinizde hissetmeniz için, laptop ekranlarınızdan fazlasına ihtiyacınız var. Şimdiden iyi seyirler.
SPOILER !
Louise Banks’in tek mutluluğu küçük kızıdır. Onunla oynamak, vakit geçirmek onu hayata tutunduran yegane şeydir. Kocasıyla görüşmemektedir. Bu ikisi için de içten içe sorundur. Birbirlerine yetseler de, sevgiyle dolsalar da hep bir yanları eksiktir. İnişli çıkışlı ilerleyen anne kız ilişkisi, Hannah’nın kansere yakalanmasıyla son bulur. Doğduğunda kucağından alınınca ağlayan kızına “Come back to me.” diyen anne, öldüğünde de çaresizce “Bana geri gel.” diyerek ağlamaktadır. Bu sahneleri Max Richter’ın On the Nature of Daylight parçası eşliğinde izliyoruz. Film başlar başlamaz ağlamamak elde değil.
Yapayalnız annenin üniversite sahneleriyle film devam ediyor. Yukarıda anlattığım gibi olaylar devam ediyor. Albay, dil uzmanının önüne bir ses kaydı koyar. İngilizce sorulara, belli belirsiz seslerle cevap veren uzaylıları anlamak imkansızdır. Bunu fırsat bilen Louise, “Orada olmam gerek, başka türlü olmaz.” cevabını verir. Bu cevabı beğenmeyen Albay rest çeker ve bunun imkansız olduğu belirtip gider. Yine evinde haberleri izlerken uyuyakalan öğretmen, yoğun bir ışık, şiddetli bir ses ile uyanır. Helikopter ile gelen Albay’dır. Bu arada Albay’ı Forest Whitaker gibi bir üstad canlandırıyor. Helikoptere binen Louise, ekip arkadaşı Ian Donnelly ile tanışır. Kendi başarılı bir fizikçidir. Louise’in kitaplarını takip ettiğini görüyoruz. Birisi insanlığın en önemli silahının dil olduğunu, diğeri ise bilim olduğunu savunur. İki açıdan düşünen, iki farklı karakter tek bir görev için çağırılmıştır. Uzaylılarla iletişim kurabilir hale gelmek, mümkünse dillerini öğrenip, “Ne amaçla Dünya’ya geldiniz?” sorusunu sorabilmek için yola koyulurlar.
Montana’da bulunan bilinmeyen cisme yakın bir askeri üsse gelirler. Buranın prosedürü katıdır. Sağlık kontrolleri yapılır, aşılar enjekte edilir ve her 18 saatte bir açılan kapının saati beklenir. 15 dakika kala bir alarm çalar ve ekip hazırlanır. Ekipte kayıt için askerler, albay, fizikçi ve dilbilimci bulunmaktadır. Kulaklıklar takılır, turuncu radyasyon vb. her şeyden korunmak için kıyafet giyilir, oksijen tüpleri vardır-çünkü uzay aracı atmosfer ortamını uzun süre sağlayamaz- ve yola koyulurlar. Bilinmeyen cisim havada durmaktadır. Dünya’nın yerçekimiyle bir ilişkisi bulunuyor gibi görünmüyordur. Bulunduğu yüksekliğe çıkmak için bir araca binerler ve o seviyeye kaldırılırlar. Fizikçi bilinmeyen cisim ile ilk fiziksel temasını kurduğunda heyecanı iliklerinde hisseder. Evet ben böyle anlatıyorum ancak ortamın gerginliğini yönetmen ve oyuncular kusursuz veriyor. Sanırım filmin en iyi yanı da bu. Dozu ayarlanmış bir gizem ve gerilim.
Kapı açıldığında, araç belli bir seviyeye kadar daha yükseltilir. Bu seviye, dünyanın yerçekiminin sona erdiği seviyedir. Burdan sonrası geminin zemini, ekibin yerçekimidir. Dikey halden yataya geçiş, sürekli yapanlar için kolaydır. Ancak bizim ikili bu konuda deneyimsizdir. Bunun yanı sıra bir de korkuyorlardır. Albay yardımıyla çıkan Louise, tökezleyerek sıçrayan Ian… Uzaylılarla aralarında sadece bir ekran bulunmaktadır. Yoğun bir sis görünüyordur sadece. Heptapod’ların gelişiyle Albay, “They arrived.” der ve filmin ismini de zikretmiş olur. Çok severim böyle sahneleri. Yüzüklerin Efendisi ilk filmde, Elrond “Öyle olsun, sizinki Yüzük Kardeşliği olacak!” dediğinde ağlarım ben. Neyse, uzaylılar yani Heptapodlar -hepta latincede 7, pod ise ayak anlamına gelir- geldiğinde Ian ve Louise dağılır. Bunu gözlerinden, ten renklerinden anlayabiliyoruz. Bu yüzden Amy Adams mükemmel seçimdir belki de. Böyle durumda bu kadının gözleri, teni, dudağı, saçları bütünleşiyor resmen sahneyle. İlk karşılaşmadan sonra kendisini kusmamak için zor tutar. Ian için aynısı söylenemez. Tek kelime demeyen Louise, ikinci buluşma için hazırlıklıdır. Bir tahtaya “Human” yazıp kendi türünü tanıtacaktır. Albay, yeni fikirlere çok açık biri değildir. Ancak diğer ülkelerin sabırsızlığı onu her şeye muhtaç bırakacaktır. Dediğim gibi 12 farklı ülkeye indiler. Hepsi görüntülü konuşarak bilgi alışverişi yapmaktadır. Ancak, Çin ve Rusya bu konuda cephe alınca Amerika elini çabuk tutmak zorundadır. Burada bir propoganda var mı bilmiyorum. Umarım yoktur. Amerika, böyle filmlerde kendi ülkesini çok tutar, ancak bunu düşünmek istemiyorum. Bu filmi gölgelemesini istemiyorum.
Louise’in planı sonuç verecektir. Human yazısını gören heptapodlar kendi dillerinde karşılık verirler. Bu ise her şeyin anahtarı olacaktır. Çünkü kelimeleri, harfleri, cümle yapıları çok karışık da olsa bir basamak olarak ilk temas kurulmuştur. Kendi ismini yazan “Louise” prosedürleri yıkar ve koruma kıyafetini çıkarıp ekrana yürür. Elini cam ekrana koyar ve ruhsal teması gerçekleştirir. Ian da ona katılır, ismini yazar ve tanışırlar. Heptapodlar da isimlerini ekrana ellerinin içinden çıkan mürekkep gibi bir şey ile yazar ve tanışmış olurlar. Yazıyı anlayamayan ikili birbirine bakar ve Ian onlara isimlerini verir; Abbott ve Costello. Buradan sonrası tamamen kelimeleri, harfleri algoritmalarla, benzerliklerle çözmeye kalmıştır. Uzun bir süreçtir. Ama en çok da Louise için. Halüsinasyonlar, hayaller, kızıyla anılarını görmeye başlar. Bu etki havadan değil, Ian’a olmadı çünkü.
Lafı daha fazla uzatmayacağım. Louise seçilmiş kişidir. Uzaylılar, dillerini miras bırakacağı kişi Louise der. Uzaylılara sorulan “Neden buradasınız?” sorusuna “Silah,güç,kullanmak” gibi kelimelerle cevap alınınca Çin ve Rusya savaş açmaya karar verir. Amerikan askerleri de kendi içerisinde saldırı planı yapar ve bilinmeye cisimi patlatmaya kalkarlar. Bu sırada patlamaya Ian ve Louise de kurban gidecektir. Louise’le bağ kuran uzaylılar, onları uyarmaya çalışır ancak başaramayınca, son büyük mesajıyla birlikte bizim ikiliyi bombadan kurtarır. Bu saldırı sonucunda cisimler kendilerini daha yukarı taşır ancak herhangi bir misillemede bulunmazlar. Onlarla son kez konuşmak için harekete geçen Louise, cisime çekilir ve son konuşma yapılır. “Dilimiz size bir hediye. Bizim zamanımız düz bir çizgi değil geçmiş şimdi ve gelecek yok. Sana bir lütuf verildi. Gördüğün şeyler hayal değil. Silah, bir araç.” der ve tüm soruları çözmüş gibi yeni sorular verir. Gizemi mükemmel olan bu filmin analizi çok basit gibi ancak çok derin. Louise geleceği gördüğünün farkındadır artık. Kocası, kızı geleceğindedir. Bu yeteneğiyle dünyayı kurtaracaktır, Çin General’ini saldırıdan vazgeçirecek, kocasını da kendisinden.
Evet kabataslak filmimiz böyle. Kusursuz bir yapım. Kusursuz oyunculuk. Yönetmek gelecek vaat ediyor. Bilim kurgu kategorisinden çok fazlası var filmde. Tek tür film tercih etmediğimden bu filmi de beğendim. Bir başka filmde görüşmek üzere.