Körlük'ün gör dediği...
Yazar: Serdar KökçeoğluYakın zamanda görme kabiliyetini yitirmiş olan bir kadın karanlık ve tekinsiz dünyayı dışarıda bırakarak kendisini sağını solunu iyi bildiği güvenli evine kapatır. Burada dünyanın sınırlarını yeniden çizer ve dışarıda bıraktığı, göremediği dünyanın tekinsizliğini ortadan kaldırmak için kendi hikayelerini yaratmaya başlar. Bu şekilde evcilleştirmeye ve kontrol altına almaya çalışır dünyayı. Fakat belirsizlikler devam etmektedir: Dış seslerin anlamı ve hatta bazı zamanlarda kadının eşinin evden ayrılıp ayrılmadığı bile gizemini korumaktadır.
Körlük'ün gör dedikleri arasında neler yok ki? Hikayeciliğin, hikaye anlatma sanatının doğasını hatırlatıyor en başta. Beyaz bir sayfayı veya kocaman bir karanlığı hayali dünyalarla ve karakterlerle doldurma işini. Sonuçta sinema sanatı da biraz böyle, görülmeyeni görünür kılma, beyazı/siyahı renklendirme sanatı. Öte yandan hikaye kurmak biraz da gerçek dünyayı anlamak veya evcilleştirmek için yapılan bir eylem değil midir? Sadece merakımızı değil, korkularımızı da yazarak ve detaylandırarak daha kolay yeneriz.
Zihninin içinde dolandığımız Ingrid de artık kendisine aşina gelmeyen dünyayı yeniden yaratarak kontrol altına almak ve böylece yeniden sokağa dönebilmek istiyor. Güvenle, emin bir şekilde. Bunu yaparken cinsellik konusundaki meraklarını ve arzularını da serbest bırakıyor. Ingrid'in hikayeleri benzer yapıdaki filmler olan Stranger Than Fiction veya Ruby Sparks gibi cici değil.
Son dönemde Kuzey Avrupa Sineması'ndan gelen en etkileyici filmler arasında yer alan, edebi göndermeleriyle dikkat çeken Reprise ve melankolik Oslo, August 31st filmlerinin ortak yazarı Eskil Vogt ilk yönetmenlik denemesiyle körlük ve hikayecilik arasında yaratıcı bağlar kuruyor. Bunu yaparken gerçekçi olma gibi bir iddiası yok ve Dogtooth'un görüntü yönetmeni Yunan sinemacı Thimios Bakatakis filmin hayalci atmosferini güçlendiren rüya gibi bir görüntü çalışması sergiliyor.
Sinema sanatının vazgeçilmez konuları arasında olan körlük bildiğimiz dünyayı tekinsiz kılan, hayal gücünü serbest bırakan bir durum. Dolayısıyla korku/gerilim sinemasına da bolca ilham veriyor, türün ilginç örneklerinden Wait Until Dark'da da tıpkı Körlük gibi ev tekinsiz bir yer haline gelir. Ingrid'in hikayesi Wait Until Dark'ın kahramanı Susy'nin hikayesi kadar gerilim dolu değil ama bir akrabalık olduğu kesin.
Kör olmanın kişiyi daha fazla duyarlı yaptığı gerçeğinden de bolca faydalanmıştır sinema. Buna belki de en güzel örnek Jim Jarmusch'un Night on Earth filmindedir. Filmdeki dünya taksilerinden birine dünyanın en güzel aktrislerinden Beatrice Dalle biner. Kadın görme imkanına sahip olmamasına rağmen gözünden hiçbir şey kaçmamaktadır. Her şeyin farkındadır; aklının ve kalbinin gözüyle algılamaktadır dünyayı.