Bu akşamki filmimiz “Extinction”, yönetmen koltuğunda oturan Ben Young’ın ikinci uzun metrajlı sinema filmi…
Bilim kurgu – gerilim tarzında bir hikâyenin anlatıldığı filmin senaryosu, Spenser Cohen, Eric Heisserer ve Brad Kane’e ait…
27 Temmuz 2018 tarihinde Netflix üzerinden yayınlanan film, çok yeni olduğu için IMDB, Rotten Tomatoes ve Metacritic gibi mecralarda henüz dikkate değer bir yorum ve izleyici puanı ortalaması mevcut değil…
Spencer Cohen tarafından yazılan filmin ilk taslak senaryosu vakti zamanında, 250’den fazla film stüdyosu yöneticisinin oyları ile oluşturulan ve Hollywood’da çekime layık görülmeyen senaryoların sıralandığı 2013’ün Kara Listesine dâhil edilmiş…
2014 Ocak ayında filmi, “Jumanji” (1995), “Jurassic Park III” (2001), “Hidalgo” (2004) ve “Captain America: The First Avenger” (2011) gibi filmlerin de yönetmeni olan Joe Johnston’ın çekeceği konuşulmaya başlanmış… Aynı şekilde bu kez Eylül 2016’da, “Split” (2016) in yıldızı James McAvoy’un oyuncu kadrosuna katıldığı söylentileri de yayılmış…
Bugüne geldiğimizde ise karşımızda, ağırlıklı olarak kendine TV film ve dizilerinde yer bulmaya çalışan Lizzy Caplan ile orta karar sinema filmlerinde ikinci – üçüncü adamı oynayan Michael Peña’nın başrolleri paylaştıkları (daha önce 26 Ocak 2018’de Universal Pictures tarafından vizyona sokulacağı duyurulan) bir Netflix filmi var…
Peki, 2013’lerden bugüne uzanan yaklaşık beş yıllık bayağı çalkantılı bir geçmişe de sahip olan bu “Extinction”, gerçekte nasıl bir film?
Bunu anlamak için teknik kadrosunda, “Don't Breathe” (2016) de görüntü yönetmeni ve “Arrival“ (2016) da sanal efekt danışmanı olarak çalışan Pedro Luque ve Emilien Lazaron gibi isimlerin de bulunduğu filmimize gelin biraz daha yakından bakalım…
Ancak bu kez işe, önceliği oyuncu kadrosuna vererek değil de filmin kamera arkasındaki ekibe vererek başlayalım istiyoruz…
Bir önceki paragrafta da belirttiğimiz gibi filmde kamera ve görsel efektler emin ellerde…
Aslında aynı şey beş aşağı beş yukarı dekor, kostüm ve makyajlar içinde geçerli… Onlarda da öyle, "aman aman" göze batan ciddi bir hata yok…
Fakat bize göre filmde, kamera ve görsel efektlerden sonraki en kusursuz iş Newton biraderlerin bu film için besteledikleri müzikler…
Her ne kadar bire bir özgün olmasa da filmin sürprizlerle ilerleyen hikâyesi de fena değil…
Hadi, eldeki bütçe gereği yönetmen olarak Joe Johnston’ın yerine Ben Young’ın tercih edilmiş olmasının da idare eder olduğunu söyleyelim…
Ama sıra filmin oyuncu kadrosuna gelince işte orada biraz durmak gerekiyor…
Zira bu filmde, zurnanın zırt diyerek ahengi bozduğu yer tam da burası…
Sen Peter karakteri için başta (M. Night Shyamalan’ın Unbreakable serisinin üçüncü ve son filmi olan “Glass” (2019) da Bruce Willis, Samuel L. Jackson ve Anya Taylor-Joy ile birlikte sergilediği performansını izlemek için gün saydığımız) James McAvoy’u düşün sonra kalk Michael Peña’da karar kıl…
Diğer başrol karakterini oynayan Lizzy Caplan ile filmin sonuna kadar asap bozucu bir biçimde "vuvuzela" gibi zırım zırım zırlatılarak ağlatılan Lucy karakteri (Erica Tremblay) konusuna hiç girmiyoruz bile…
Peki, film sıkıcı mı?
Kesinlikle hayır… Tüm olumsuzluklara rağmen kendisini sonuna kadar izletmeyi başarıyor…
Çay, fındık, fıstık, patlamış mısır gibi atıştırmalıklar eşliğinde ailecek izlenebilecek bu film için bizim puanımız 2,5… İzlemeseniz de hiçbir şey kaybetmeyeceğiniz bu filmi, izleyip izlememek tamamen size kalmış…
Olsun, ben yine de izlerim diyenlere de, keyifli seyirler...
Son bir not:
Tüm hakları bize ait olan bu yorumun orijinali; bir başka mecrada tarafımızca, 28 Temmuz 2018 günü saat 00.52’de yazılarak paylaşılmıştır...