ABSÜRT FİLMLERDEN HOŞLANIYORSANIZ 4X4 LÜK BİR BAŞYAPIT
80’lere dair birçok popüler kültür ürününü tek bir potada eriterek, yaratıcı bir sunumla izleyicilere doyumsuz bir 31 dakika sunuyor.
İsveçli yönetmen David Sandberg, Kung Fury’de 80’lerin polisiye-suç filmlerinden yola çıkıyor ve hikayesini yine o döneme ait ürünlerle, kitle iletişim araçlarıyla ve hatta bizzat o dönemin yayıncılık tercihleriyle zenginleştiriyor. Hikayenin kahramanı olan Kung Fury, bir ninjanın peşindeyken ortağını kaybediyor ve kendisine yıldırım çarpması -ve hatta bir kobra tarafından ısırılması- sonucu süper kung fu güçlerine sahip oluyor. Üstüne üstlük peşine düştüğü sıradaki kötü adam Adolf Hitler’in ta kendisi! Fury’nin, tüm Miami Polis Departmanı’nın hakkından gelen Kung Führer’in peşine düşmek için zamanda yolculuk yapması da cabası.
Film en büyük gücünü Sandberg’in gözlem yeteneğinden alıyor. Esinlendiği döneme saygıda kusur etmeyen yönetmen -ki Fury rolünü de kendisi üstlenmiş- öncelikle filmin tüm teknik yapısını retro bir estetikle donatıyor. Video kasetlerden ya da atari salonlarındaki oyunların görüntülerinden kolajlar sunarken özellikle bu dönem esnasında çocuk olan izleyicilere ayrı bir keyif vadediyor. Fakat Sandberg’in en büyük başarısı tüm bu esinlenmelere karşı oldukça dinamik ve yenilikçi bir anlayış tutturması. Hayal gücünün tavan yapması ve izleyicinin daha ilk saniyeden karşılaştığı bu evrenin gerçekliğine ikna olması, filmden alınacak hazzın artmasında da önemli rol oynuyor kuşkusuz. Zaten dakika başına ortalama 3-5 göndermenin yer aldığı 31 dakikalık bir filmden söz ediyoruz ve izleyicinin dikkati hiç dağılmadığı gibi neredeyse her karede kahkahalara boğulması bile oldukça büyük bir başarıyı işaret ediyor.