ÇOK GERÇEKÇİ SAHNELER VE OYUNCULUKLARIN OLDUĞU MÜTHİŞ BİR FİLM 10/10
Tarihe sadece liderlerin ismi geçerken, asıl mücadeleyi gerçekleştiren askerleri kimse tanımaz. 1000 yıl önce de askerler bir et parçasıydı büyük başlar için, 100 yıl önce de, bugün de. Savaşçı kimliklerinden kurtulamayan edilgen toplumlarda hala zorunlu askerlik söz konusu iken, savaşa profesyonel yaklaşım gösteren ülkelerde de paralı askerlik kavramı mevcut. Sistem, devamlılığını korumak için kendine piyonlar yaratmaya devam ediyor. Son yıllarda özellikle kolluk kuvvetlerinin ülkemizde ve dünyada artan baskısı ve uyguladıkları şiddet bu durumun irdelenmesini, üzerine düşünülmesini gerektiriyordu. Yann Demange, ilk uzun metraj filminde bizlere “bir asker hikayesi antimilitarist şekilde nasıl anlatılır” bunu gösteriyor. ’71, empati yapmaktan kaçtığımız bir durumla yüzleştiriyor bizi ve zor durumdaki bir asker ile özdeşleşmemizi sağlıyor.
Garry, görev ile Almanya’ya gönderilmeyi beklerken kendisi ve bölüğü Belfast, İrlanda’daki olaylarda güvenliği sağlamak üzere görevlendirilirler. Polise eşlik ettikleri bir operasyonda polisin gereksiz şiddet kullanımı bölge halkının ayaklanmasına sebep olur. Kargaşada yaralanan bir askerin silahı göstericiler tarafından kaçırılınca Garry ve başka bir asker silahı geri getirmek için halkın arasına karışırlar. Düşman hattında kalan iki asker karşı taraftaki kişiler tarafından kıstırılıp öldüresiye dövülür. Grup içinden silahlı biri çıkarak ve diğer askeri başından vurarak öldürür. Garry son anda kaçarak hayatta kalmayı başarır fakat güvenli bir ortama ulaşmak hiç kolay olmaz bu yalnız asker için.
Televizyon geçmişine sahip Yann Demange, ilk filmini çeken bir yönetmenden beklenmeyecek kadar tutarlı ve başarılı bir film ortaya koymuş. Gerilimin bir saniye bile azalmadığı ‘71’de, seyirciyle ana karakter arasındaki bağlantıyı o kadar doğru kurmuş ki rahat koltuğunuzda oturduğunuz halde stresten karnınıza ağrılar girebiliyor. Kamera kullanımından, planlara; mekan kullanımından, karakterleri konumlandırışına kadar pek çok noktada Demange’nin kendine güvenine ve sinema bilgisine şahit oluyorsunuz. Genellikle sabit olmayan kamerayla çekilen görüntülerde, karakterlerin sıkışmışlıkla beraber çaresizlikleri dar ve basık mekan tercihleriyle verilmek istenen hissi pekiştirmiş. Filmin kırılma noktası olan isyan sahnesinde, doğrudan olayın içinden bir göz olarak izliyorsunuz yaşananları ve o karmaşa durumunu siz de hissediyorsunuz bedeninizde. Son bölümde apartman aralıklarında geçen takip sahnesi de gerilimi bir hayli yüksek sahnelerdendi. Beklenmedik anlarda beklenmedik olaylar yaşatarak karakterine ve seyirciye şok üstüne şok yaşatmaktan da geri durmuyor Demange. Çok kısa bir zaman dilimi içinde defalarca ölümden dönen, travma üzerine travma yaşayan asker Garry Hook’un yerinde olmadığınız için kendinizi şanslı hissediyorsunuz. Askerlik yapmış, ast-üst ilişkisi yaşamış, üniforma giymiş, eline silah almış kişilerin ana karakterle ve yaşadığı korkularla özdeşleşmesi çok daha kolay oluyor.
Gezi Parkı sürecinde tavan yapan polis şiddeti, beraberinde kolluk kuvvetlerinin psikolojilerini de sorgulatmıştı. Sadece aldıkları emri mi yerine getiriyorlardı yoksa gerçekten şiddetten zevk mi alıyorlardı? Toplumsal bir olaya müdahale ederken anlık refleksler, doğru davranışların önüne geçebiliyor muydu? İzlerken, İrlanda ve Türkiye arasında çeşitli ortak ve benzer noktalar yakalamak mümkün. Ülkemizde yaşananlara tepki gösteren insanlar evlerinden tencerelere tavalara vurarak rahatsızlıklarını dışa vurmuştu. İrlanda’da da halk, çöp kapaklarını yere vurarak İngiliz askerlerine istenmediklerini söylüyordu.
Madalyonun arka yüzüne bakmaya cesaretiniz varsa kendinizi karanlık ile karşılaşmaya hazırlamanız gerekmektedir. İngiltere’ye bu kadar yakın, bu kadar benzer bir kültürde böyle güvensiz bir ortam gerçekten var olabilir mi diye soruyor insan kendine. Büyük bir bölümü dış çekimlerden oluşan ’71, özellikle ışık kullanımıyla oluşturmak istediği tekinsiz atmosferi seyirciye çok iyi aktarmış. Anlatımını desteklemek ve gerilim seviyesi yükseltmek için ses kullanımından da bir hayli faydalanılmış. Normal koşullarda bu kadar uzun süre devam eden ekleme sesler bir noktadan sonra hikayeden kopabilmeye sebep olurken, burada oluşan rahatsızlık sizi filme daha da bağlıyor.
Ajan filmi kategorisine dahil edilebilecek kadar küçük ve ince hesapların yapıldığı 71, senaryosunun kendi içindeki tutarlılığı ile de takdiri hak ediyor. Farklı grupları sürekli etkileşim halinde tutup, odağı devamlı değiştirip seyirciyi hikayeden bir saniyeliğine bile kopartmamak büyük başarı. İrlanda halkının kendi içindeki çatışmaları, güç için yapılan pazarlıklar da hiç kimsenin masum olmadığını göstermesiyle ayrı bir önem arz ediyor. Tüm zamanların en iyi yan rollerinden olan Paul, davası uğruna soğukkanlılıkla adam öldürebilen bir karakter olarak oldukça dikkat çekici. Garry tarafından bıçaklanıp, ölümden önceki son saniyelerini yaşarken bütün her şeyin ne kadar da anlamsız olduğunu o da biz de anlıyoruz. Katilin kurbanını öldürmekten duyduğu üzüntü; ölüm esnasında elini, omzunu tutması, büyük başların planları doğrultusunda gözden çıkarılmasında herhangi bir problem olmayan piyonları bir kez daha hatırlatıyor. Piyona üzülen, yine bir piyon oluyor. Antimilitarist kimliğini başından sonuna kadar koruyan film kurum olarak orduya da finaliyle ciddi bir eleştiri getiriyor. ‘Kol kırılır, yen içinde kalır’ mantığı ile hareket edip gerçeklerin üstünün kapatılması ilk değildir, son da olmayacaktır.
Paul Greengrass’ın 2002 yapımı Bloody Sunday filmiyle aynı tema üzerinden ilerleyen film, çekim teknikleri olarak da bu yapımdan bir hayli etkilenmişe benziyor. Şimdiden kültleşmeye başlamış bir film olan Bloody Sunday’in etkileyiciliğinden bir tık geride olsa da ’71’de son dönemin en başarılı gerilim filmlerinden biri. 1971 yılı İrlandası hem görsel hem de yapısal anlamda çok doğru şekilde çizilmiş. Bir asker öyküsünü insani boyutlarıyla ele Yann Demange, bu ilk filmiyle sinema dünyasına hızlı bir giriş yapıyor. Pek çok festivalden ödül ve adaylık alan yönetmenin sonraki projelerini heyecanla bekliyoruz.