Duygusal bir yolculuk olması gerekirken...
Yazar: Ali ErcivanÇoğumuz 2009 yılında Acı Süt (La Teta Asustada) filmiyle Berlin’de Altın Ayı’yı kazandığında tanıdık Perulu yönetmen Claudia Llosa’yı. Daha sonra Yabancı Dilde En iyi Film kategorisinde ülkesi adına Oscar’a da aday gösterildi sinemacı. Sert içeriğine rağmen oldukça da şiirsel, Oscar adaylığına kadar uzanmasıysa bir o kadar şaşırtıcı bir yapımdı Acı Süt. Llosa’ya da uluslararası bir yapımın yolunu açmış belli ki İspanya-Kanada-Fransa ortak yapımı Paramparça (Aloft) ile devam etmiş o yola.
İlk gösterimi 2014 yılında yine Berlin’de yapılan Paramparça’nın oyuncu kadrosu da uluslararası isimlerden oluşuyor. Başrollerde Amerikalı (ve Oscar’lı) aktris Jennifer Connelly’nin dışında, İrlandalı Cillian Murphy, Fransız Melanie Laurent ve rolü daha geri planda da olsa İspanya doğumlu Charles Chaplin’in torunu Oona Chaplin var. Connelly, yolu bir tür spiritüel figür olmaya doğru ilerleyen, sanatçı ve iyileştirici kişiliğiyle kendini tanımlar hale gelirken oğlu Ivan’ı seneler önce terk etmiş bir anne olan Nana’yı canlandırıyor. İki ayrı zaman diliminde, bir yandan Connelly ve oğlunu birbirlerinden koparan geçmişteki trajik olayı parça parça öğreniyoruz; bir yandan da şimdiki zamanda Laurent’ın canlandırdığı bir gazetecinin, Ivan’la annesini biraraya getirme çabasını izliyoruz. Bu çabasının ilk anda bilmediğimiz bazı sebepleri, Ivan’ın annesine karşı duyduğu öfkenin de zamanla öğreneceğimiz kökenleri var.
Claudia Llosa katman katman açılan, karakterleri tanıyıp geçmiş öykülerini öğrendikçe içine gireceğimiz, onlarla birlikte duygusal ve spiritüel yolculuktan geçeceğimiz bir film tasarlamış. Ancak uzun süre o kadar ketum davranıyor ki film, karakterlerini tanıyıp onların tutum ve davranışlarına anlam vermek de yer yer zor olabiliyor. Maalesef her şeyi öğrendikten sonra bile aynı sıkıntı devam ediyor. Film daha ziyade başarılı görüntü yönetimi ve olağanüstü güzellikte mekanların sağladığı bir gösterişin arkasında, öykünün geçtiği mekanlar kadar soğuk ve sert bir dünya kuruyor. Nihayet Nana ile Ivan karşı karşıya geldiğindeyse, film her şeyi biraz fazlaca hızlı toparlayıp etkili bir final fırsatını da kaçırıyor. Paramparça gerçek bazı duygulara ulaşmaya çalışırken, kendini çok “art-house”, çok “sanatsal” bir biçemin ve üslubun içinde tam tersine bir sahteliğe hapsediyor.
Bir kaybın acısıyla farklı şekillerde baş eden, inançla ilgili de farklı deneyimleri olan bu karakterlerin öyküsü, dönüştürücü olmaktan çok uzak ne yazık ki. Hemen hepsi kar ve buzla kaplı mekanlarda geçen öyküleri kadar soğuk bir film Paramparça. O soğukluğun içinde kesici bir acı ve hakikat bulan izleyiciler de çıkabilir şüphesiz. Başarılı oyunculuklara ve enfes görüntülere haksızlık etmiş olmayayım ama benim gördüğüm sadece dünyadaki birçok bağımsız sinemacıya özgü bir tembellik, gösterişçilik ve yapaylık.
Twitter: aliercivan