Gölgede kalmış hikayelerden, ödüllü bir belgesel...
Yazar: Misafir KoltuğuDaha önce İki Tutam Saç: Dersim'in Kayıp Kızları gibi karışık tepkiler ile karşılanmış olan belgeselin yönetmeni Nezahat Gündogan bu kez farklı bir üslupla ancak aynı hikayeyi daha derinlemesine işliyor; Dersim katliamına Hay Way Zaman vasıtasıyla yeni bir bakış atıyor. 1937 senesinde temelleri atılan ve 38’de tarihimize karanlık bir leke olarak kazınan Alevi – Kürt karşıtı kıyım hakkında söyleyecek çok şeyi olan Hay Way Zaman, her şeyden önce belgeselin merkezindeki Emoş Gülver’in iç burkan serüveni ile izleyicisini yakalamayı başarıyor.
Bir gece ansızın Dersim (günümüzün Tunceli’si) genelinde başlayan askeri bir harekat ile evlerinden, yuvalarından alınan ve karanlık bir sonla buluşan nice insanın acısını, her şeye rağmen içindeki sevgiyi kaybetmemiş olan Emoş’un sesiyle dinliyoruz. Anne ve babasının katlinden sonra sanş eseri ağabeyi ile kaçmayı başaran ve henüz 5 yaşında bir çocuk olan Emoş’un bir Türk subayı tarafından bulunup, evlatlık edinmesiyle başlayan acı bir hayatın izdüşümü Hay Way Zaman. Yönetmen Nezahat Gündoğan’ın dediği gibi, sadece Emoş’un yaşantısı, bastırdığı gerçekliği değil bu hikaye, koca bir kitlenin geçmişini hatırlamasıyla ilgili.
Aradan geçen 74 sene sonrasında Gündoğan’ın çabasıyla hikayesini anlatan, bu vasıtayla kendisi ile de tekrar yüzleşen Emoş’un anlatısına kızı Serpil’in sesi eşlik ediyor. Kendisini fiziken görme şansına sahip olamadığımız Serpil Temtek, yönetmenin açıklamasına göre başlangıçta aynen annesi gibi oldukça mesafeli yaklaşmış bu belgesel fikrine. Ancak bir süre sonra belki de bilmek istemediği geçmişin kaçınılmazlığı ile karşılaşan genç kadın Hay Way Zaman’ın bir parçası olmuş. Emoş’un anlatısına eşlik eden Serpil’in sesi ise aslında yönetmen ile gerçekleştirilen röportajdan alınmış ve anlatıya olabildiğince başarılı bir şekilde yerleştirilmiş.
Geçtiğimiz yılın sonlarında galası yapılan ve 50. Altın Portakal Film Festivali’nde en iyi belgesel dalında jüri özel ödülü kazanan yapım ağırlığı yaşlı kadının anlatısına, nihayetinde Tunceli’ye giderek kayıp akrabaları ile bir araya gelişini ve katliamın bir parçası olan askerlerden bazılarına verirken, uzun uğraşlar sonrasında edinilen resmi belgeler ile olayın iç burkan detaylarını paylaşıyor. Örneğin zehirli gaz kullanımına dair açılan kurslar, Sabiha Gökçen’in gerçekleştirdiği hava bombardımanına dair şahsi görüşleri, en önemlisi de belgeselin çekiminden sonra ikisi vefat eden, ikisi ise halen hayatta olan eski askerlerin tecrübeleri seyircisine naif bir üslupla aktarılıyor.
Emoş’un, gerçek adı ile Elif’in hikayesine tanıklık ederken eski askerlerin katliama dair verdiği detayla hem izleyicisini şok ediyor, hem de tarihimizde yüzleşecek daha nice olayın varlığını hatırlatıyor. Özellikle de İstihbarat Amiri Mehmet Ali Doğaner’in MİT eşliğinde gerçekleşen röportajı belgeselin en vurucu kısmı belki de. Yönetmen Gündoğan’ın dediğine göre Doğaner çok daha sert detaylar paylaşmış ve paylaşmaya çalışmış ancak pek çoğu MİT’in süzgeçinde geçememiş!
İçerik olarak dolu dolu bir belgesel ile karşı karşıya olsak da, müzikler ve Emoş’un 5 yaşındaki siluetinin kullanıldığı sekansların içerisinde kaybolsak da Hay Way Zaman’ın önemli eksiklikleri de var. İki Tutam Saç’ta olduğu gibi teknik açıdan bazı aksaklıklar ile karşımıza çıkan yapım özellikle de bazı anlatılarda detayları kaçırmamak için gerekli altyazılardan mahrum bırakılmış. Eşlik ettiğiniz hikayeden sizleri ister istemez kopartan bu detaya, kurgu ile ilgili ufak tefek hatalar da eklenince karşınıza kalite kokan ancak kusursuzluğu yakalayamamış bir yapım çıkmış.
Her şeye rağmen çoğumuzun kabullenemediği, hakkında konuşmaktan dahi çekindiği bu acı veren olayı önemli tanıklarıyla bizlere sunan Nezahat Gündoğan ve ekibi kocaman bir alkışı hak ediyor. Salondan ayrılırken aklınızda ise kıvırcık saçları çoktan ağarmış Emoş’un o hüzünlü ama halen gülen yüzü kalıyor.
Burçin Aygün
burcinaygun@gmail.com