Krallara layık bir kişilik kırılması…
Yazar: Duygu KocabaylıoğluAlmanya’nın tartışmalı ve aykırı müzik grubu Rammstein’ın video klip yönetmeni olarak da bildiğimiz Alman senarist ve yönetmen Philipp Stölzl, taze filmi Satranç (Schachnovelle) ile bu Cuma sessiz sedasız ülkemiz sinemalarında arz-ı endam ediyor. Avusturyalı yazar ve entelektüel Stefan Zweig’in en popüler romanlarından olan Satranç’tan uyarlanan yapım, bir ‘Avrupa sineması-festival filmi’ kategorisinden çok daha fazlasını hak ediyor…
Yolu Hollywood’a düşmediğinden olsa gerek - Rammstein harici- pek magazinsel bir isim olmayan Philipp Stölzl, filmografisi itibariyle yaşanmış öykülerden, biyografik hikayelerden beslenmeyi tercih eden bir yönetmen. Geniş kitlelerce tanındığı Kuzey Yamacı’ndan (2008) itibaren, Goethe! (2010) ve The Physician (namı diğer İbn-I Sina: Hekim -2013) filmlerinde de bu duyguyu yoğunlukla hissettiğimiz yönetmen, bu sefer iyi bilinen bir 20yy. yazarını alıp onun en iyi bilinen eserlerinden birini, farklı bir kurguyla beyazperdeye uyarlıyor. Kısa bir ansiklopedik hatırlatma yapalım: 1941 tarihli ve aslında novella diyebileceğimiz Satranç daha önce Gerd Oswald imzalı Brainwashed (1960), Çek yapımı Šach mat (1963) ve yine bir Çek yapımı olan The Royal Game (1980) adıyla sinemaya uyarlanmıştı. Sinema tarihinin tozlu sayfalarında kalan bu klasik uyarlamaları yeni neslin seyredebileceğini düşünmek en basit anlamda naiflik olur; o zaman Stölzl’in yeni nesil Alman işi Satranç’ına göz atalım…
Öncelikle Zweig’ın her karaktere yaklaşık aynı süreyi verdiği dengeli metnini alarak, senaryo omurgasını %85 itibariyle başkarakterimiz Dr. Josef Bartok’un üzerine oturtuyor senarist Eldar Grigorian, ki çok doğru bir tercih. Sinefillerin Bak Kim Döndü (Er ist Wieder Da-2015) filmindeki Adolf Hitler karakterinden hatırlayacağı Oliver Masucci’nin tek kelimeyle muhteşem biçimde canlandırdığı avukat Josef Bartok, metinsel düzeyde pek anlaşılmasa da aslında Satranç romanın da odak ismidir. Fakat Zweig, dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic’in kapalı kutu dünyasına da öyle kapsamlı yer verir ki, Bartok’un Gestapo zulmü altındayken yaşadığı kişilik bölünmesi, birinci ağızdan gelen bir anlatımla bir ‘halüsinasyonlar alemiymiş’ gibi kalır. Oysa Eldar Grigorian’ın elinden çıkan senaryoda Philipp Stölzl bir insan zihninin ve ona bağlı olarak bedenin yaşayabileceği en büyük kırılımlardan birini muazzam bir görsellik ve anlatım diliyle beyazperdeye taşıyor. Bunu yaparken de başrol Oliver Masucci’yi tabiri caizse lime lime bölüyor gözlerimizin önünde.
Gerek Gestapo'nun karargâhı olarak kullandığı Metropole Oteli’ndeki hapis günleri olsun, gerek sonrasında çıktığı gemi yolculuğunda yaşadığı zihinsel bölünmeler olsun seyirci Bartok’un peşini bir an olsun bırakmıyor, neredeyse onun önce dolan sonra boşalan zihninin kıvrımlarında beraber geziniyor. Yahudi olmamasına rağmen Nazilerin zulmüne maruz kalan Josef Bartok ile müthiş bir özdeşlik kuran seyirci, bir insanın ‘akli bütünlüğünü yitirme noktasına’ nasıl taşınabileceğine bir kez daha şahit oluyor. Mütevazı bir yapımda muazzam bir insanlıktan çıkma ve delilik hali… Bütün bunlar olurken de satranç tahtasında kim piyon, kim kale ya da kim şah-mat çekiyor orasını çözmek size kalmış…
Teknik açıdan değerlendirdiğimizde de bu ruhsal bölünmeyi destekleyen görsel efektler de oldukça yerinde kullanılmış; özellikle otel odasındaki sınırları kaybetme anları ve gemideki satranç masası sahneleri filmin görsel çıtasını da yukarı taşıyor. Hatta Bartok’un kendisiyle baş başa olduğu kamarasında onun zihninin içine girip sorgu günlerine dönüşümüz ama aradaki gerçek-halüsilasyon algısının kaybolması insanın tüylerini diken diken ediyor. Ödüllü dönem kostümleri ve sanat yönetimi de cabası.
Uzun lafın kısası senenin son vizyon haftalarına girerken “Bu yılın en iyisini halen seyredemedim” diyorsanız Alman yapımı Satranç sınırlı salon sayısı ile vizyonda. Sağlık önleminizi alın ve yıl bitmeden mutlaka seyredin!
Twitter.com/duygukocabayli