4 X 4 YİNE TARANTİNO YİNE BİR BAŞYAPIT
“Quentin Tarantino’nun 8. Filmi” sloganıyla gösterime girecek olan The Hateful Eight uzun bir bekleyişin ardından 8 Ocak 2016’da nihayet seyirciyle buluşacak. Gerek 70 mm film kullanılarak çekilmiş olması, gerek Ennio Morricone’nin 40 yıl sonra bir westernin müziğini yapmış olması, gerekse Tarantino’nun filmde kullanılan lenslerin Ben Hur’da kullanılanların aynısı olduğunu söylemiş olması ve senaryonun basına sızdığı söylentileri The Hateful Eight’i adeta heyecandan tırnaklarımızı yiyerek beklememize sebep oldu. Vizyon tarihinden kısa bir süre önce internete düşen bir kopyası olsa da siz siz olun bu görsel anlamda çok özel filmi sinemada izlemeye çalışın.
Django Unchained’den sonra tekrar bir western çekeceğini açıklayan Tarantino’nun neden böyle bir tercih yaptığını bilmiyoruz ama bu iki film aynı türe ait olmak dışında birbirine pek benzemiyor, bunu söyleyebiliriz. Çizgiromanları, anti-kahramanları, B sınıfı filmleri, bolca kan dökmeyi ve intikam hikâyelerini seven Tarantino bizlere yine bu eksende ilerleyen bir hikâye anlatmış. Amerikan İç Savaşı’ndan birkaç yıl sonra geçen The Hateful Eight bize, karların arasında güçlükle ilerleyen bir at arabasını göstererek açılıyor. Morricone’nin etkileyici melodilerinin eşlik ettiği bu uzun açılış sahnesi aslında kullanılan 70 mm filmin perdede nasıl bir derinlik hissi yaratacağının da habercisi gibi. Cellat lakaplı kelle avcısı John Ruth’un yanında, adalete teslim etmek üzere Red Rock adındaki bir kasabaya götürdüğü Daisy Domergue var. Yaklaşmakta olan tipi yüzünden yola devam etmekte zorlanan bu ikiliye yine bir kelle avcısı olan ve yanında yakaladığı suçluların cesetlerini taşıyan Marquis Warren katılıyor bir süre sonra. Savaşa katılmış zenci bir binbaşı olan Warren, John Ruth’tan farklı olarak avladığı kelleleri adalete ölü teslim etmeyi seviyor. Bu üçlüye bir süre sonra Red Rock kasabasının yeni şerifi olduğunu iddia eden ama aslında azılı bir suçlu olan Chris Mannix katılıyor.
Dörtlümüz fırtınadan kaçmak için sığınmak zorunda kaldıkları Minnie’nin Yeri adındaki han benzeri yere gelirler. Orada karşılaştıkları Oswaldo Mobrey, Joe Gage, Meksikalı Bob ve General Sandy Simithers düşündükleri gibi sıradan yolcular değildirler ve bu karşılaşma sürprizlere ve kanlı çatışmalara gebedir. Oswaldo, suçluların asılmasından sorumlu bir infaz görevlisi olduğunu anlatır, John Gage bir sığır çobanı yani gerçek bir kovboy olduğunu söyler. Bob, Minnie ve kocası orada değilken işleri yaptığını ve konukları ağırladığını iddia eder. Yaşlı General Simithers ise sıradan bir yaşlı adam gibi dizinde battaniyesi bir koltukta oturmaktadır.
The Hateful Eight: Klasik Western Geri Döndü
Filmin çoğu tek mekânda geçer ve bu dar alana sıkışan 8 kişinin aslında söyledikleri kişiler olmadıklarını aralarındaki gerilimden sezeriz. Senaryo konusunda yine adeta döktürmüş olan Tarantino neredeyse son ana kadar bu ilişki ağını seyirciden saklıyor ve bizi taraf tutamamak zorunda bırakıyor. Bu kadar öfkeli insanın mecbur kaldıkları için aynı mekânı paylaşması saatli bomba gibi ve bizler de yay gibi gerilip büyük patlama ne zaman olacak diye bekliyoruz. Karakterleri tek tek tanıdığımız ve onlarında kendilerini birbirlerine tanıttığı ilk bölüm ve olayların hareketlenip çözüldüğü ikinci bölüm arasında tempo farkı var denebilir. İzleyen hemen herkesin katıldığı görüş, filmin bir Tarantino filmine göre fazla diyaloglu olduğu idi. Bu diyaloglar gayet akıllıca yazılmış; ancak keyifli olsalar bile bu bölümün uzunluğu seyirciyi filmden bir miktar kopartabilir. Yine de aradan sonra salona dönünce karşılaşacağınız hesaplaşma sahneleri düşen tansiyonunuza çare olacaktır mutlaka.
Teknik anlamda söylenecek çok şey yok aslında. Film gerçekten perdenin içine girmek isteyeceğiniz kadar güzel ve özenli çekilmiş. Kullanılan özel filmin ve lenslerin yarattığı derinlik duygusu muhteşem. Mekânı neredeyse canlı bir varlık haline getirebilmek ve kendi iradesiyle hareket edebiliyor hissini yaratmak büyük ustalık işi. Tek mekâna hapsettiği karakterlerin hepsinin film boyunca birlikte görünmesi, bir köşede konuşma devam ederken diğer oyuncuların hareket halinde ve hem olayın içinde hem de dışında kalmaları çok ilginç bir görüntü oluşturuyor. The Hateful Eight bir Tarantino filminden beklenecek kadar kanlı. Ben kendi adıma daha önceki filmlerde bu kan ve şiddetten çok rahatsızlık duymamıştım ancak The Hateful Eight bu kartı biraz pervasızca sürüyor ortaya. Bu da bizi gözüme çarpmış olan ırkçılık, kadın düşmanlığı ve homofobi gibi konuların işleniş biçimini tartışmaya götürebilir. Tarantino, ölçüsüzce kullanılan şiddetle ve aslında öfkelerinin altı çok dolu olmayan bu karakterlerin ağzından bir şey anlatmaya mı çalışıyor bizlere pek anlayamadım. Filmin tek kadın karakteri olan ve Jennifer Jason Leigh tarafından muazzam bir şekilde canlandırılan Daisy Domergue’nun başına gelenler, yüzünün film süresince kademe kademe deforme oluşu, sürekli kanlar içinde dolaşması, kadın karakterlerini çok sevdiğine inandığım Tarantino’dan beklediğim hamleler değildi açıkçası. Özellikle final sahnesindeki üçlü birlikteliğin homoerotik çağrışımları üzerine kafa yormaya değecek kadar ilginç.
Özetle Tarantino yine Tarantino’luğunu yapmış, çok güzel bir klasik western çekmiş ama imzasını filmin her yerine atmış. Zenciler ve beyazlar, masumlar ve suçlular, kadınlar ve erkekleri karşı karşıya getirip seç-beğen-al demiş seyirciye. 10 film çekip kariyerini sonlandıracağını söyleyen Tarantino’nun filmografisinde en iyi filmi olmayacak belki ama adını Hollywood tarihine altın harflerle kazıyacak The Hateful Eight, orası kesin. Sadık bir seyircisi olarak ben 9. ve 10. filmleri için korku türünde karar kılmasını diliyorum. İyi seyirler.