Hesabım
    Tolkien
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Tolkien

    Aşkın ve savaşın küllerinden doğan fantezi

    Yazar: Fatih Yürür

    "Dünya ikiye ayrılır derlen Yüzüklerin Efendisi söz konusu olduğunda... Kitabı okumuş olanlar ve okuyacak olanlar."

    Benimle birlikte birkaç jenerasyonun, fantastik kurgunun kapı eşiğinden içeri sürükleyen ilk kelimelerdir bunlar. İlerleyen yıllarda tesiri ufak ufak azalsa da; bir kere tanıştıktan sonra asla peşimizi bırakmayacak efsunlu bir yolculuğun ilk adımıdır. Tolkien'in sihirli kelimeleri ve bizleri pençesine alan dünyası; içinden çıkıp gitmek istemeyeceğimiz, her daim bir parçası olarak kalmayı düşlediğimiz bir sığınaktır. Öyle iddia edildiği gibi bir “kaçış” falan değil; tersine, özünde var olan şey, okuyan kişiye cesaret tohumu ekebilme özelliğidir.

    Bu sebeple, özellikle bu yeni cesur milenyumun başlarında, sadece yeni fantezi yaratımlarını takip etmekle ya da Tolkien'in etkilendiği mitleri araştırmakla kısıtlı kalmayarak, Fantastik Rol Yapma oyunları bünyesinde, benzer alemlerde var olma çabamızı sürdürdüğümüz doğrudur. Öyle ya da böyle, J.R.R. Tolkien'ın Bloemfontein'de başlayıp, Birmingham sokaklarından devam eden; savaşın katran rengine bulanan Fransa cephelerinden, Oxford koridorlarına uzanan yolculuğu ve onun zihnini besleyen her şey; bugün pek çoğumuza tesir etmiş ve kolektif hafızamızda yer edinen en önemli figürlerin doğumuna sebep olmuştur.

    Tolkien'ın 1937 yılında yayınlanan The Hobbit adlı hikayesinin sonrasında döşenen taşlar bir tarafa; onun yaratmış olduğu öykü evreninin ardındaki deha ve etkilenim; pek çok genç okuyucunun ilgisini çekmiştir. Zaten bu dünyadan ayrıldığı 1973 yılına kadar da yarattığı Orta Dünya şaheserini zenginleştirmekle uğraşarak, evrenini oluşturan tüm köşeleri daha da güçlendirmiştir. Ardından da bu kutsal görevi; kendisinin hikayelerine sadakatiyle bilinen oğlu Christopher Tolkien devralarak, babasının el yazmalarını tarayıp, diyakronik bir düzene sokmuştur. Bu sayede Tolkien'ın ölümünden sonra bile yaşamayı başaran geniş bir Orta Dünya külliyatı ortaya çıkmıştır.

    Bugün, kafamızı çevirdiğimiz hemen hemen her köşede Tolkien’ın zengin anlatısının içerisinden kopup gelen ikonlara, onların isimlerine ya da temsil ettikleri değerlere rastlamamak neredeyse imkansızdır. Sinemadan, edebiyata, müzikten tiyatroya, politikadan dijital sanatlara kadar hemen hemen her alana sinmiş bir yaratım gücünden söz ediyoruz. Haliyle böylesine büyük – hatta kutsal bir yaratımın altına imza atmış bir dehayı beyaz perdeye taşımak; bir yanıyla artık gerekliliği su götürmez bir hadiseyken; diğer tarafıyla da yakın sinema tarihinin en riskli hamlelerinden biri diyebiliriz.

    Böylesine zengin bir yaratımı ve öncesinde yaşanan tüm kilit anları standart bir zaman aralığına sahip biyografi çeşitlemelerinde görmek, çoğu zaman hayal ettiklerimizle bağdaşmayan sonuçlar ortaya koyabiliyor. Yapımcılar her ne kadar David Gleeson ve Stephen Beresford ikilisinin elden geçirdiği öykünün; Tolkien'in gençliği ile cepheye gidiş süreci etraflı olayların ağırlıkta olacağını, daha pre prodüksiyon aşamasındayken meraklılara çıtlatmış olsalar da; yarattığı eserin, anlatılan biyografik öyküye biraz daha sindiği bir eser görme arzusu yargılanabilecek cinsten değil hani!

    Nasıl ki Yüzüklerin Efendisi, görsel anlatı kültürü devam ettikçe birkaç kere daha beyaz perdeye ve beyaz cama uyarlanacaksa; Tolkien'in hayatı ve bu hayatın münferit evreleri, farklı kalemlerle yazılıp çizilip, farklı yönetmenlere teslim edilecek yeni yeni yapımlarla tekrar edecektir. Tıpkı Michael White veya Humprey Carpenter'ın kaleme aldıkları biyografilerde aynı insanda bambaşka ruhları yakalamış olmaları gibi…

    Yönetmenliğini; 2017 yılında kamera arkasına geçtiği Tom of Findland filmiyle birlikte biyografi arenasındaki rüştünü ıspatlayan Dome Karukoski'nin üstlendiği film; zaman atlamalarıyla Tolkien'ın cephedeki haleti ruhiyesi ile sancılı büyüme ve ergenlik süreci arasında mekik dokuyarak yükseliyor. Çay saatlerini renklendiren entelektüel muhabbetler ile birlikte Frodo, Sam, Merry ve  Pippin ahbaplığının; kendi hayatındaki yansıması olarak; Gilson, Wiseman ve Smith ile çemberi ile dengelemesi ve bu denge sayesinde; genç yaşta annesini kaybeden bir öksüz olarak sırtına binen yükü hafifletmesi Genç Tolkien'a hareket kabiliyeti sağlıyor.

    Katolik rahip Francis'in mentorlüğü sonucu ve kendisinden ileriye yönelik beklentileri sebebiyle hayatını yetimhanede sürdüren Ronald; daha sonraki yıllarda örnek bir ölümsüz aşk olarak kaleme alacağı Beren ve Luthien ilişkisine de ilham olacak biricik aşkı Edith Bratt ile de dengeyi tutturmaya çalışıyor. Bir tarafta şahsi ekonomik buhranı, diğer tarafta hayata tutunma çabası ile cebelleşen Tolkien; bu sosyal basınç sebebiyle, dostlarının da sık sık telkin ettiği yeteneğini ortaya çıkaramıyor. Bir taraftan, çocukluğundan beri hayalini kurduğu evrenin ilk adımlarını atmaya çalışırken; diğer taraftan da Oxford’un sert zeminine çarpmadan yürümeyi öğrenmeye çalışan genç adam; özgürlük arzusu duyan Edith ile bir hayat kurabilmeyi düşlerken; savaş da İngiltere’nin kapısına dayanıyor.

    Bu noktada elbette Tolkien’in zihnine en büyük darbeyi vuran sürece de girilmiş oluyor. Öyle ki bundan sonra atacağı her adım, kendisinin mitik yaratımının da besin kaynağı haline geliyor. Çocukluğundan beri dört farklı parçaya bölünmüş bir adamın; bir tarafta özünü bulduğu diğer tarafta da darmadağın olduğu bir süreç… Diğer yanıyla da sonuç tabi…

    Gel gelelim, öykünün tüm çatışmasını teşkil eden unsurların bunlarla kısıtlı kalması, adı Orta Dünya ile birlikte, bu dünyayı dolduran halklar, kavimler, onların kültürleri ve dilleri ile özdeşleşmiş bir yaratıcıya dair oluşturulan beklentiyi karşılamaktan da uzak kalıyor. Kendi içerisinde bir denge söz konusu olsa da; izleyicinin görmek istediği Tolkien’a dair pek fazla içerik yakalayamıyoruz. Özetle; Tolkien’in çocukluk yıllarını hızla geçen; Oxford yollarında düşüşlerine, kalkışlarına odaklanan, Edith ile ilişkisi ile semiren ve nihayetinde cepheye gidiş ve cepheden dönüş ile son bulan, butik bir biyografi örneği ile karşı karşıyayız.

    Söz gelimi, dönemin İngiltere’sinde, Tolkien gibi düşünce mıknatısı bir beynin rutinine bakmak adına, makul bir nostaljik yolculuktan söz ediyoruz. Fakat film boyunca bir otobüs camının ardından olan biteni izliyormuş hissinden çıkmak zorlaşıyor. “Her şeyden bir kepçe” düsturundan hareketle hayata geçirilen senaryo, biyografik bir anlatının a noktası ile b noktası arasındaki süreci belgesel estetiğine yakın bir kaygıyla sunuyor olsa da; etiketin ağırlığı altında kalıyor.

    Bu raddede kısıtlı hale getirilmiş bir alan içerisinde yönetmen Karukoski'nin tek kaçış noktası, opaklığı düşük alegorik ilişkilendirme tutumu olmuş. Fakat bu ilişkilendirme biçiminin ne kadar sağlıklı olduğu da tartışmaya epey açık. Nihayetinde savaş alanında sürekli olarak -ileride yaratacağı fantastik dünyaya dair sanrılar gören bir Tolkien görmek; adı fantezi ile anılacak olan bu adamın, fantezi ile ilişkisinin en seyrek olduğu döneme zorla sokuşturulmuş gibi görünüyor. Nihayetinde, Tolkien ile özdeşleşebileceğimiz “an”lardan ziyade, durumdan duruma koşturan bir adamın öyküsünü izliuoruz film boyunca ve ***dikkat burası eser miktarda spoiler içerir*** her şeyin başladığı ve Bilbo Baggins’in, Çıkın Çıkmazı’nı terk etmeyi tercih ettiği o meşhur girizgah ile birlikte her şey sona eriyor.

    Daha önce, bir tarafıyla Tolkien’ın kaderdaşı sayılabilecek (her iki yazar da cephedeyken, sevdikleri kadınlar başkalarıyla nişanlanmıştır… Her ikisi de cephe dönüşünde duygusal anlamda mutlak zafer elde etmiştir) Salinger’ı ete kemiğe büründürmüş olan Nicholas Hoult’u J.R.R. Tolkien rolünde çok da inandırıcı bulamamış olmamın elbette inkar edilemez duygusal sebepleri olabilir. Yine de kendisinin, böyle ağır bir yükün altından kalkabilmek adına canla başla çabaladığını görememek için kör olmak lazım.

    Nihayetinde fantastik kurgu türünün yaratıcısı olan Tolkien’in öyküsündeki çatışmaların, onlarca örneğini gördüğümüz türden çalkantılar şeklinde köpürtülerek servislenmesi yanlış olmasa bile eksik kabul edilebilecek bir hamle. Derin entelektüel konuşmalar ile dehaların dünyasına çekilmek cazip gelse de; Orta Dünya kültünün yaratımına dair daha fazla şey görmek, gözü dönmüş birer Tolkien müridi olarak hakkımızdı diye düşünenlerdenim. Bakalım... Başka hikayelere... Başka maceralara...

     

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top