Bu civarda kal Amenabar...
Yazar: Fırat AtaçArdı ardına sıraladığı Tesis, Open Your Eyes ve The Others ile gerilimin her türünün yeni umudu olduğunu haykıran Alejandro Amenábar, The Sea Inside ile girdiği 'ödül avcısı' kategorisini sevmiş olacak ki türe kısa bir ara vermişti. Agora'nın aldığı kafası karışık tepkilerden sonra tamı tamına altı yıldır uzun metraj macerasından uzak duran yönetmenin 'varoluşunu sağlayan' sulara geri dönüşünü izliyoruz Regression'da. Yarı modern, yarı eski usül bir gerilimin karşı konulamaz çekiciliğini yanımıza katarak tabii.
Her daim tartışmalı bir psikolojik analiz metodu olarak görülmüş regresyonu (basit tanımla; hipnoz yoluyla hatıraların, geçmiş travmaların köküne inmek) temeline alan film, Tanrı inancı üst düzeyde olan bir babanın polis merkezine gelip 'kızımı cinsel yönden istismar ettim' itirafıyla başlıyor. Sadece babasından gibi görünse de aslında tüm ev eşrafından kaçarak kiliseye sığınan Angela'nın ağzının içine bakan 've aslında çok daha büyük bir durumun' temelini oluşturan bu itiraf ve getirilerini araştırma safhası ise Dedektif Kenner'a emanet. İçine satanik ritüellerin ve cinayetlerin girdiği sürecin 'hiç bir şey hatırlamayan' yan karakterlerinden bilgi toplamak ise regresyon analizinde saklı. Bir yanda din, diğer yanda polis soruşturmasına destek olan bilim. Tüm bunların iç içe geçmesiyle oluşan 'tehlikeli kombinasyon' tam da Amenabar'ın kalemi.
Neredeyse tüm bireylerin birbirini tanıdığı küçük Minnesota kasabasını fon alarak kayda değer miktarda izolasyon hissi yaratan Regression, bu sayede olağan şüphelileri olaya müdahil olmayanlar tarafından korunaklı hale getiriyor. Araştırma sürecinde Kenner'ın önüne çıkan en büyük engel bu olsa da kısa süre içerisinde takıntı haline gelecek vakaya bağlılığı konusunda kendisine inanıyoruz. Bunda kurban Angela'nın manipülatif tarafının da payı büyük.
Suç filmleri ile günümüz ayin/kült filmlerinin yapısını Kenner'ın içinde bulunduğu psikolojik yolculukla birleştiren Amenabar, inandığı ya da inanmadığı şeyler sürekli değişkenlik gösteren, arasında kaldığı iki yoldan çıkıp üçüncüsünü arayan bir karakter yaratıyor. Şaşırtıcı olmayacak şekilde evliliğinin yürümemesi dışında herhangi bir bilgiye sahip olmadığımız 'vasat altı' ana kahramanının yolculuğu, sadece vakanın değil bizlere öğretilenlerin de sorgulandığı bir 'kendini bulma' hikayesine evriliyor.
Amenabar, din, din gibi sualsiz inanılan bilim ve medya şaklabanlığı üzerinden çözümlemelere giderken olabildiğine cüretkar görünüyor. Kimi zaman 'keşke bu topa girmeseydi' dediğiniz her adım yerli yerine otururken, filmin tek kusuru -aynı zamanda gerekliliği olan- rüya içinde rüya ve geçmişle bağlantı sekansları oluyor. Bu anlarda ton değiştiren film, her ne kadar yönetmenin işinin ehli olmasıyla kapüşonlu insanları ve kedileri korku nesnesine dönüştürmeyi başarsa da ağırlık merkezinde dengesizliklere mahal veriyor.
Son yıllarda korku/gerilim filmlerinde görmeye iyice alıştığımız Ethan Hawke'un tür deneyimine temiz bir halka eklediği filmin yardımcı oyuncu kanadında David Thewlis ve David Dencik oldukça iyi iş çıkarıyorlar. En merak edilen sorulardan 'Emma Watson'ın yetişkinlik performansı' ise oynadığı karakterin kırılgan görünen yapısına cuk oturan fiziği sayesinde önemli bir sınavı atlatmış oluyor. Kendisinin gözlerini yaşlardan muaf görmesek de deneyimlediğimiz Angela şu anlık yeterli.
Son kertede Alejandro Amenábar, herkesi memnun edemeyecek olsa da ayakları yere sağlam basan ve düşünmeye sevkeden yeni filmiyle 'iyi ki döndü' dedirtiyor. Bir sonraki işi için altı sene daha beklemezse seviniriz.
firat_atac@hotmail.com