Hesabım
    The Lobster
    Ortalama puan
    3,3
    82 Puanlama
    The Lobster hakkında görüşlerin ?

    19 Kullanıcı yorumları

    5
    0 Eleştiri
    4
    3 Eleştiri
    3
    9 Eleştiri
    2
    3 Eleştiri
    1
    1 Eleştiri
    0
    3 Eleştiri
    Sırala
    En yararlı eleştiriler En yeniler En çok eleştiri yazmış üyeler En çok takip edilen üyeler
    Suleyman Dogru
    Suleyman Dogru

    11 değerlendirmeler Takip Et!

    3,5
    8 Eylül 2024 tarihinde eklendi
    Yönetmenin tarzını yansıtan, içine girmesi kolay bir distopya öyküsü. Bariz mesajları fazla vurgulamaya çalışması ve ufak tefek tempo sıkıntılarına rağmen keyifli vakit geçirebilecek bir yapım.
    sinema
    1 ziyaretçi
    3,5
    2 Aralık 2022 tarihinde eklendi
    It was the first movie of the director that I watched. It was very interesting in terms of its subject matter. I think it is absurd to think whether a dystopian movie will happen or not. because we are already experiencing these things more or less today. today's marriages are perceived only as rituals that should be. In fact, this movie does not express anything extreme, it just tells it in an extreme way. Normally, I don't find the sexual scenes very accurate, but there is truth in this movie.
    Delidoktoru
    Delidoktoru

    1 değerlendirme Takip Et!

    3,5
    22 Ekim 2022 tarihinde eklendi
    - Burayı yalnız bitirirseniz hangi hayvana dönüşmek istersiniz ? spoiler:

    - Evet, Istakoz
    spoiler vermeden anlatmaya çalışırsam
    Bir otele gidip 45 gün boyunca uyum sağlama, bir ikili ilişki kurmaya çalışıp bu ilişki içersin de gruplar arası uyumu anlatıyor ve eğer bu 45 gün içersin de uyum sağlanamazsa bir hayvana dönüşüleceğine inanılıyor işin tuhaf tarafı adamın ıstakoza dönüşmek istemesi çünkü ıstakoz uzun ömürlü olup, cinsel dürtülerinin güçlü olması. Burada verilmek istenen mesaj ne insanların istekleri mi dürtüleri mi bir hayvan üzerinden mi anlatılmak istendi filmin beni düşündüren noktası da bu oldu.
    Aslında bakılırsa düşündüren çok fazla şeyi de var türü bile belli değil aşk desem değil aksiyon değil dram değil hani fantazi karışımı bir şey en iyi tabiri de absürt olur çok değişik yani
    Filmde kontrol altına alınma, uyum sağlama bu uyumu sağlayamazsak neler olur, hayvana dönüşme, neden insanlıktan çıkıyoruz ki, ikili ilişkiler bu ilişki içerisinde karakterize bir bunalım yaşayıp kişiye göre değişmelerimiz, hem bir birey gibi davranıp hem de grup içerisindeki de davranışlarımız ne bilim çok karışık hatta belli bir süre sonra başka bir filme geçiyoruz da bu sefer oradaki uyumunu ilişkisini anlamaya çalışıyor gibiyiz
    Ve bence filmin en can alıcı noktası da finali düşündürüyor ve sonunda eee yani diyorsunuz sanki ... koyup nasıl doldurmak istersen doldur gibi
    ha izlenir mi elbette izlenilir özellikle başrol Colin farrell gerçekten çok güzel oynamış film izlenmesine izlenilir de herkeste çok fazla değişik izlenimlerde bırakabilir. :)
    Mehlika Aslihan
    Mehlika Aslihan

    2 değerlendirmeler Takip Et!

    0,5
    13 Aralık 2021 tarihinde eklendi
    Zaman ötesi kaybı sıkıcı olamaz böyle bisey hayattan sogudum pes izlenmez hayatimda izledigim en kötü film
    Zuar
    Zuar

    8 değerlendirmeler Takip Et!

    3,0
    30 Nisan 2021 tarihinde eklendi
    Sıradışı ve ilginç; hic sıkıcı değil ama filmde kopuk sahneler var toparlamaya ve anlamaya çalıştım.film sizi içine çekiyor izleyin bence
    Cennet Yurdum
    Cennet Yurdum

    1 değerlendirme Takip Et!

    0,5
    5 Nisan 2021 tarihinde eklendi
    Güzel konu bulmuşlar o kadar. Gerisi çok kötü. Yönetmen aklına spoiler:
    ne gelmişse doldurmuş filme.
    Turgay Buğdacigil
    Turgay Buğdacigil

    Takipçi 2.094 değerlendirmeler Takip Et!

    3,5
    25 Kasım 2020 tarihinde eklendi
    “The Lobster”, “Can mı, yoksa canan mı?” sorusunun bir kez daha masaya yatırılarak tartışılmasına neden olan “zekice kurgulanmış” senaryosunu da Efthymis Filippou ile birlikte yazan Yorgos Lanthimos’un yönetmen koltuğunda oturduğu enfes bir “hayat dersi” filmi…

    Nasıl ya, bir “komedi” değil mi bu?

    Ne alaka…

    Olsa olsa, güçlünün zayıfı ayıkladığı “evrim” kuralının bir sonucu olarak, hayatta kalmak için sürekli bir yaşam mücadelesi içinde olan insanın genlerine kodlanmış doğasına odaklanılan bir “black comedy / kara mizah” olur en fazla…

    O kadar…

    Şimdi haklı olarak, “Bugüne kadar kimse filmi bu bakış açısı ile değerlendirmemişken, sen nereden çıkardın bunu?” diyebilirsiniz…

    Ayrıntılarına birazdan gireriz ama “anlatıcılığını (narrator)” Miyop Kadının (Rachel Weisz) üstlendiği filmde, öylesine ilginç ve önemli iki bölüm var ki, hemen değilse de kısa bir süre sonra, “şakırt” diye düşen “jetonun” sesini duyabiliyorsunuz…

    Hangileri mi bu bölümler?

    Elbette ki ilki, David’e (Colin Farrell), Otelin Yöneticisi (Olivia Colman) tarafından, kendisine tanınan süre içerisinde başarılı olamaması halinde dönüştürülmesini istediği hayvanın adının sorulması üzerine verdiği yanıt ve bunun nedeni…

    Zira David’in tercih ettiği ıstakoz (lobster), “kimseye bağımlı olmadan” denizlerde 100 yıl kadar yaşayabilen bir canlı türüdür…

    Hâlbuki otele gelirken, (evde tek başına bırakamayacağı için yanında getirmek zorunda kaldığı) bir yıl önceki denemesinde başarısız olarak köpeğe dönüştürülmüş olan kardeşi ve kedi gibi evcilleşmiş hayvanların durumları öyle mi?

    Hatta aksak John’un (Ben Whishaw), kurda dönüşmüş annesi gibi olsa kaç yazar…

    Nihayetinde o da avlanabileceği vahşi doğaya değil de, hayvanat bahçesindeki bakıcılarının insafına teslim edilmiştir…

    Tamam, bu kısmı anladık…

    Peki, ya ikincisi?

    Tabii ki, David’in filmin finalinde elinde keskin bir bıçakla tuvalete girdiği ve sonrasında ne olduğunu da bir türlü öğrenemediğimiz bölüm…

    Şimdi gelin isterseniz birazda filmin hikâyesine değinelim…

    Filmde bekâr insanların şehirde yaşamalarına izin verilmemekte olup, 45 gün içinde kendilerine uygun bir eş bulabilecekleri bir “otele” gönderilirler ve verilen bu sürede eş bulamadıkları takdirde istedikleri bir hayvana dönüştürülürler…

    İşte karısının onu terk etmesi üzerine bu otele yerleştirilen David’in, içine düştüğü durum da aynen budur…

    Yani muhakkak kendine bir eş bulmak zorundadır…

    Bulabilir mi?

    Aslında bulur da…

    Fakat “spoiler” olmasın diye devam etmeyeceğiz bu mevzuya ve otelde yaşanan diğer enteresan olaylara…

    Söz konusu bu otelin yanı sıra, yine bekâr oldukları için şehirde barınamayarak otel yerine yasadışı bir biçimde otelin yanındaki bir ormanda yaşayan ve “yalnızlar (the loners)” olarak adlandırılan bir başka grup daha mevcuttur…

    Liderliğini, Tarantino’nun “Inglourious Basterds”ın dan (2009) bu yana radarımızdan hiç çıkmayan Léa Seydoux’nun yaptığı bu “gizli ve gizemli” grup, otelin aksine üyeleri arasında cinsellik, aşk ve sevgiyi yasaklamıştır…

    Üstelik gerek “otel” ve gerekse de bu “grup” tarafından konulmuş olan kuralları ihlal edenler derhal cezalandırılmaktadırlar…

    Ki, filmin bir sahnesinde, River Phoenix, Kiefer Sutherland ve John Cusack’li “Stand by Me” ye (1986) selam gönderen Lanthimos, bu cezalara ilişkin ilginç örnekler vermeyi de ihmal etmemiştir…

    Keyifli seyirler,
    Fatih Taşkesen
    Fatih Taşkesen

    1 değerlendirme Takip Et!

    0,5
    1 Nisan 2020 tarihinde eklendi
    Yayında ve yapımda emeği geçen herkesin ABV. ABV
    Aamir Khan
    Aamir Khan

    Takipçi 465 değerlendirmeler Takip Et!

    2,5
    7 Mart 2019 tarihinde eklendi
    Fena değil çok büyütülecek bişey yok ama sıkıcıda değil. Verdiği mesajlar düşündürücü ve yerinde. Kan donduran sahneler bile belli bi mizah anlayışı ile sunulmuş. Genel itibarı ile beğendim fakat sonu tatmin etmedi. Tek bi sahne daha eklemiş olsalardı yani sonunu tam açığa kavuşturmuş olsalardı daha güzel olacaktı. Yinede çok tavsiye etmemekle birlikte izlenebilir.
    Büşra Zeynep K.
    Büşra Zeynep K.

    Takipçi 1 değerlendirme Takip Et!

    2,5
    6 Mayıs 2018 tarihinde eklendi
    Bir şey hissetmediğiniz halde hissediyor gibi yapmak mı zordur yoksa bir şey hissettiğiniz halde hissetmiyor gibi yapmak mı?
    Konusu ve işlenişiyle distopya özelliği taşıyan film, günümüzün ikili ilişki anlayışına, modern dünyanın toplumsal kurallarına yapılan bir taşlama özelliğine sahip.The Lobster bize, bekar olmanın yasak olduğu yakın gelecekte geçen bir hikâyenin perdesini aralıyor. Bekarsanız bir otele yerleştiriliyorsunuz ve 45 gün içerisinde otelden biriyle eşleşmeniz gerekiyor. Filmin ilginç noktalarından biri otel ziyaretçilerinin ekipler halinde ormana götürülüp bayıltıcı silahlarla bekar avına çıkarılmasıdır. Ne kadar bekar avlarsanız eş bulma sürenize o kadar gün eklenir. Bu tam da insanların zayıf noktasına oynayan bir kural, çünkü bekarları avlarsanız eş bulmak için daha fazla süreniz olacak. Eğer bu süre içerisinde eş bulamazsanız başta belirlediğiniz istediğiniz bir hayvana dönüştürülüyor ve doğaya salınıyorsunuz. Eğer uygun bir eş seçerseniz şehirde yaşamaya başlıyorsunuz. Yalnızca evli olanların “şehirli” olabilmesi evlilik kurumuna aristokratik bir anlam atfedildiğini gösteriyor.Baş karakter David, uzun yaşadıkları ve ömür boyu üreyebildikleri için bir ıstakoz olmayı seçiyor. Fakat bu otelde eşleşmek hiç de kolay olmuyor; çünkü seçeceğiniz eşin karakteristik bir özelliği sizinkiyle uyuşmak zorunda. Örneğin burnu durduk yere kanayan bir kadınla birlikte olmanız için sizin de burnunuz durduk yere kanıyor olmalı veya duygusuzsanız partnerinizin de duygusuz olması gerekiyor. Otelde düzenlenen çeşitli uygulamalarla çift olmanın önemine sürekli vurgu yapılıyor, yalnız olunca yemek yerken boğazınızda bir şey kalırsa ölebilirsiniz ancak yalnız olmazsanız sizi kurtaracak bir eşiniz olur. Verilen bir başka örnek ise eğer yalnız bir kadınsanız her zaman tacize/tecavüze maruz kalabileceğinizdir. Otel ziyaretçilerinin mastürbasyon yapması yasak, mastürbasyon yaptığı öğrenilen ziyaretçilerin elleri ekmek kızartma makinesinde kızartılıyor. Mastürbasyonun yasak olmasındaki amaç, cinsel arzularını gidermelerini engelleyip eş bulma isteklerini artırmak. Otelin kadın görevlileri, ziyaretçilerin cinsel isteklerini sürekli kılmak ve eş bulma sürecini hızlandırmak için onları ara ara ziyaret edip cinsel arzularını artırıyorlar. Başrolde hüzünlü ve sakin bakışlarıyla, köpeğe dönüştürülen ağabeyiyle birlikte otele giren David (Colin Farrel) başta olmak üzere tüm karakterler bu sistemi hiç sorgulamadan söylenenleri yerine getiriyor. Bu durum biz izleyicilere, normların biz onları sorgulamadan gündelik hayatımızda nasıl yer ettiğini düşündürüyor. Tabii filmde bazı karakterlerimiz açısından, hayatını insan olarak sürdürebilmek için eş bulmaya giden her yol mubahtır. Böylece dürüst olmayan temeller üzerine inşa edilmeye çalışılan ilişkiler görüyoruz, bu da bana kalırsa günümüz ilişkilerinin yozlaşmasına bir eleştiri olarak anlaşılabilir. Elbette bekarlığın yasak olduğu sistemi karşısına alan, kendilerine ayrı bir yaşam alanı çizmeye çalışanlar da olacaktır. Eş bulma macerasına daha fazla devam edemeyen David’in otelden kaçmasıyla birlikte filmin ikinci kısmına giriş yapıyoruz. Otelden kaçan yalnız gezenlerle yolu kesişen David’in hayatı bambaşka bir yöne gitmektedir. Bu aykırı dünyada romantik veya cinsel ilişki yasaktır ve cezası vardır, mastürbasyon serbesttir. Yalnız başına dans edilir, bu yüzden de yalnızca elektronik müzik çalınır, burada hâkim toplumsal davranış şekli bireyciliktir. Bir aradasın ama yalnızsın, hayatın tehlikedeyken bile yalnız başına halletmek zorundasın. David burada kendisi gibi miyop bir kadınla romantik ilişki yaşamaya başlar, gizli gizli yürüttükleri ilişkilerini belli etmemek adına kendi aralarında bir beden dili geliştirerek anlaşırlar. Bu kısmın etkileyici sahnelerindendir, baskının olduğu yerde sevginin gücünü gösterir adeta. David ile ilişki yaşayan isimsiz kadın aynı zamanda hikâyenin anlatıcısıdır, izlerken sık sık onun sesinden filmin açıklamalarını dinleriz. Bu gizli aşkın ortaya çıkmasıyla kadın gözleri kör edilerek cezalandırılır, iki aşık bir şekilde oradan kurtulmanın bir yolunu bulup kaçarlar. Film, David’in eline bir bıçak alıp bir restoranın tuvaletinde bıçağı gözüne doğrultmasıyla sona erer.
    Lanthimos bizi çift olmanın zorunlu olduğu bir dünyadan yalnız olmanın zorunlu olduğu bir dünyaya sürüklüyor. Birbirinin tam zıttı dünyalar yaratarak modern ilişki anlayışını iki farklı uç örnekle yalın bir şekilde aktarıyor. Oldukça iyi seçilmiş müzikleri, karakter ifadeleri, renk seçimleri, izleyiciye de film boyunca gergin bir ruh hali yansıtıyor. Bütünsel olarak ele alındığında yönetmenin seyirciye bir ikilemi göstermek istediği ve bunu yer yer de ironi yaparak sorunsallaştırdığı görülüyor. Filmin alt metninde tartışılan, sorgulatılan sosyolojik ve felsefi birçok konuya rastlıyoruz. Aşık değilken hayvana dönüşmemek için eş seçenler ve yalnız gezenlerin arasında birbirlerine aşıkken aşık değilmiş gibi davrananlarla yazının başındaki ifadeye gidiyoruz:

    Bir şey hissetmediğiniz halde hissediyor gibi yapmak mı zordur yoksa bir şey hissettiğiniz halde hissetmiyor gibi yapmak mı? spoiler:
    rudeonerudeone
    rudeonerudeone

    Takipçi 1.698 değerlendirmeler Takip Et!

    3,5
    28 Aralık 2017 tarihinde eklendi
    Lanthimos yükselişte olan bir yönetmen. Çoğu seyirci de bu filmiyle tanıdı onu. Kendine özgü tarzı son olarak "Kutsal Geyiğin Ölümü" ile iyice oturdu denebilir. "The Lobster"da da Colin Farrell başta olmak üzere harika oyunculuklar ve farklı, ilgi çekici bir hikaye var. Filmi ortadan ikiye ayırmak mümkün. İki bölüm de kendi içinde başarılı ve sürükleyici. Üzerine konuşulacak filmler çeken Lanthimos'u takip etmekte yarar var.
    Yavuz ö.
    Yavuz ö.

    1 değerlendirme Takip Et!

    1,0
    12 Şubat 2017 tarihinde eklendi
    Kesinlikle IMDB puanına bakmayın, rezalet ötesi..
    Kesinlikle IMDB puanına bakmayın, rezalet ötesi..
    Kesinlikle IMDB puanına bakmayın, rezalet ötesi..
    Deniz Akçadoğan
    Deniz Akçadoğan

    Takipçi 22 değerlendirmeler Takip Et!

    3,5
    18 Mayıs 2016 tarihinde eklendi
    ...Senaryo olarak yine kalburüstü, bu tartışılmaz. Ancak asıl konudan ilk yirmi dakikadan sonra sapması ise bir soru işareti. Bunu zaten filmi izleyenler net şekilde fark edecektir. Sanki otelden çıkıldığında bambaşka bir film başlamış, ilk kısım hiç izlenilmemiş gibi bir sorun başgöstermiş. Ana konu, resmen filmle alakalı olmaktan çıkmış. Ormanda gezinen hayvanlar olmasa unutulacak bir duruma gelmiş. Yani filmin etiketinde yazan bilim kurgu kısmı direk çöpe atılmış. Komedisinin ise ne kadar iyi olduğu tartışılır!...
    Alev B.
    Alev B.

    1 değerlendirme Takip Et!

    4,0
    22 Ocak 2016 tarihinde eklendi
    Filmde metaforlar kullanılarak geleneksel toplumlardaki cinsler arası ilişkilerin düzenlenmesinin faşizan boyuta varışı çok başarılı bir biçimde anlatılmış. Aslında anlatılanları distopya falan değil, şu anda yaşanan ilişkilerin Bunuelvari bir dille anlatılması olarak algıladım.
    Deniz O.
    Deniz O.

    Takipçi 170 değerlendirmeler Takip Et!

    4,5
    22 Ocak 2016 tarihinde eklendi
    Tüm eğitim sistemimiz, toplum, aile ve adına ne derseniz deyin bir çeşit sistem, bize kalıplaşmış bir hayat tarzını öğretmeye çalışır. Tüm bu kalıpların arkasında yatan ise kolektif bilinçaltımızdır. Tüm insanlık tarihinin tüm korkuları birleşmiş ve bizi azami düzeyde güvenli tutacağına inandığı bir hayat sistemini devreye koymuştur. Bir şey olma çabası, beraber yaşama ve kurallar silsilesine uyma...
    Her ne kadar bu hiçbir zaman mümkün olmasa da, zihin her şeyi kontrol etme ve kalıplara, kurallara uydurma çabasındadır...

    Tüm bu sistem karşıtlı – ikili bakış açısı bir rekabeti doğurur ve bu rekabet halinde bireyler bir şeylere ulaşmak, bir şeyler olmak için kıyasıya mücadele ederken sevgi ve merhamet duyguları ile bağlar zayıflayabilir ve hatta bazen tamamen kaybolur, robotlaşırız. Elde edilen suni ödüller bile artık kısa süreli hazları bile vermez.

    The Lobster filminin konusu artık çift olarak kabul edilmeyen bireylerin 45 gün boyunca bir otelde tutulu onlara son bir şans verildiği bir dönemde geçiyor. Eğer çiftini bulamazsan dileğin bir hayvan olarak hayatına devam etmekten başka seçenek kalmaz bu kişilere. Film, evlilik ve çift ilişkileri ile ölesiye dalga geçerken, hayatında ilk defa tek başına kalan kahramanımız David eğer çiftini bulamazsa filme ismini veren hayvana dönüşmek ister; ıstakoz. Istakoz hem uzun ömürlüdür hem de cinsel açıdan güçlüdür; erkek zihninin çalışma prensibine tam uygundur.

    David bazı denemelerine rağmen başarılı olamaz ve otelden kaçar ve tam bu sisteme karşı gelen ikinci bir grup ile karşılaşır. Bu grup da herkes tek olacaktır, ikili yakınlığa, cinselliğe ve hatta flörte dahi izin verilmez. Zihnin ayrımcı ve zıt görüşü bu grubun oluşması ile netleşir; her iki taraf veya düşman sadece savaşı ve birbirlerini körükler ve kazanan olmaz... Kendilerini özgür sanırlar ama bu sefer kendi kendilerini daha beter bir kıskacın içine sokmuşlardır. Nitekim burada aşık olduğu kadın ile de bu iki zıtlığın arasında kalır ve bir çözüm bulamazlar...

    Yönetmen Yorgos Lanthimos, bu çözümsüzlüğü filmin sonunda da olduğu gibi seyirciye bırakır...

    “Kimse özgür olduğuna inanan. birinden daha iyi köle olamaz.” [Goethe]

    Daha fazlası için bloğu ziyaret edin...
    Daha Fazlasını Göster
    • En son Beyazperde eleştirileri
    • En İyi Filmler
    • Basın Puanlarına Göre En İyi Filmler
    Back to Top