Hayatın bireysel ve toplumsal şansları...
Yazar: Banu BozdemirOlivier Nakache ve Eric Toledano’nun ellerinden çıkma ikinci film olan Hayatımın Şansı mülteci (göçmen) olma meselesinin hiç bitmeyen kaosuna hayatın acı tatlı akışı içinde bakmaya çalışan bir film. Yani ne çok dramatize ediyor ne de komedi kıvamında sorunsuz bir film algısı yaratıyor. Aslında ikilinin bir önceki filmi Intouchables / Can Dostum’dakine benzer bir hava var Hayatımın Şansı’nda. Orada da felçli bir adamla ona yarenlik eden Driss’in başından geçenler anlatılıyordu. Film, sınıfsal çatışma eksenine konuyu çok fazla sokamasa da eğlenceli bir filmdi, Hayatımın Şansı’nda da bu dozu tutturma dikkati var gibi. Tabii her iki filme de çok şey katan Omar Sy faktörünü unutmamak gerek! Can Dostum’un fazlaca izlendiğini de not düşmekte fayda var!
Gelelim Samba / Hayatımın Şansı’na. Samba burada Fransa’ya göç etmiş bir mültecinin adı, hikaye de doğal olarak onun üzerinden açılım sağlıyor. Ama çok çabalasa da göçmen olduğu için hiçbir işte dikiş tutturamayan bir karakter Samba. Film bu kez sosyal damara fazla yükleniyor, hikayenin bir kısmı orada kurulduğu için. Omar’ın tutunma sorunuyla sosyal sorumluluk projesi bazında ilgilenen Alice’in durumu ise ayrı bir vaka. Psikolojik sıkıntılarına çare bulamayan Fransız bir kadının dramı bazen bir mültecinin dramından daha ağır seyredebiliyor durumu da var bi yandan filmde.
Velhasıl filmde herkes bir tutunma çabasının içinde. Ama dediğim gibi kişisel dertlerle sosyal ve toplumsal dertleri inceden inceye karşı karşıya getirmiş yönetmenler. Her ikisi de doğru enerjiyle birbirini anlayacak kıvama gelebiliyor. Filmin bir diğer çabası da bu çünkü. Alice’e hayat veren, daha doğrusu karakterin dibe vurmuş depresif halleri yüzünden bunu veremiyor desek daha doğru, Charlotte Gainsbourg’u bu tarz rollerde görmekten de bıktık desek yeridir. Hayat dolu rollere yol alması dileğiyle deyip filmin asıl çabasına geçelim.
Filmin esas çabası Samba ve diğer mültecilere ses olmak, çabalarına ve sorunlarına ortak olmak. Film Samba ve Alice ekseninde kalsa sıkıcı ve fazla dramatik olacakken Wilson ve Manu’nun varlığıyla keyifli bir hale bürünüyor diyebiliriz. Wilson hayattan yırtmanın yolunu daha mizaha yatkın bir halde çözmeye çalışan başka bir göçmen. Manu ise göçmenlere yardım den başka kanlı canlı bir sosyal hizmetli. Yani Alice’in tam tersi. Film sorunları yaşarken ve çözerken keyif noktalarını da kaçırmayın mesajından yol çiziyor kahramanlarına.
Sosyal devlet olmanın sorumluluğu iyi ve kötü anlamda anlatılıyor. İyi tarafı çözüm bulmaya çalışmaları, kötü tarafı ise her an enselerinde olmaları… Film bu dengeyi iyi tutturmuş. O yüzden filmin ruhu da dalgalı. Samba’nın sorununa çözüm bulmaya çalışırken eğlenceyi de ihmal etmiyor. Bu da filmin pozitif etkisini arttırıyor.
Hobbitli bir haftada Hayatımın Şansı’nın ne kadar şansı olabilir bilmem ama izlenmesi gereken filmlerden. Mültecilerin sorunları ve onların kaçma kovalama hikayeleri beyazperdenin sürekli konularından biri ama Hayatımın Şansı filme bireysel ve toplumsal dertler üzerinden bakarak bir birliktelik kurmaya çalışmış ve bunu da başarmış!
twitter.com/BanuBozdemir