“Aşk yavaş’tan öldürür insanı..”
Yazar: Orkan ŞancıWestern çekmek zor iş. Önce dikkatlice bir mekan araştırması yapman gerekir. Dönemin gerektirdiği her ne ise onu yerine getirmelisin. Arazinin ortasında ateş yakıp kahve pişirmeyi ikna edici kılmalısın. Dağlar tepeler manzara.. Seyirci hemen o döneme ışınlanmalı. Kızılderililer, ödül avcıları hiç değilse kovboylar olmalı. Karakterlerin gerçekten de orada yaşıyor görünmeli vs.
Western filminin içine bir aşk hikayesi nakşetmek güç iş. Eğreti durmayacak bir defa. Bunun için dönemin insanının nasıl sevdiğini bilmelisin. O dönemin aşk mektuplarını okumalısın. Vahşi batıda işlerin kolay olmadığını hesap ederek aşk hikayesini bu çetin koşullara dayanıklı kılmalısın vs.
Western filminin içine gömdüğün bu aşk hikayesinin kahramanlarını Britanyalı yapmak karışık iş. Onları bu vahşi kurallara uyum sağlamada yaşayacakları zorluklara alıştırmalısın. “Yabancı” olmanın getirecekleri karşısında uyanık tutmalısın. Öyle tek başına millerce yolculuğu tek başlarına yapmaları mümkün olmaz. Yanlarına coğrafyayı iyi bilen bir kovboy yerleştirmelisin vs.
Her şeyin hızlıca geliştiği, mili saniyeler içinde tabancadan çıkacak haksız bir kurşunla hayatların sonlandığı bu dünyada, olan biteni “yavaşlatmak” riskli iş. Aşk bir kurşundan daha hızlı adamı ölüme götürürken ölümü yavaşlatmak hele hele umudu yaşatmak.. Gerçekten zor iş.
“Sakin Batı”, tüm bunları başarıyor işte. Hesabını kitabını iyi yapan yetenekli bay John Maclean, yazıp yönettiği ilk uzun metrajında western türünü minimalist kalmak kaydıyla şöyle bir güzel temize çekmiş. İngiliz sinemacı, kariyerindeki ödüllü kısa film ve müzik videolarının yanına harika bir başlangıç yerleştirmiş. Sıraladığımız tüm koşulları yerine getirmesi yetmezmiş gibi finalde çatışma sahnesindeki biçimsel tercihleriyle seyirciyle konuşmasını da bilmiş.
Küçük bir hikaye anlatıyor aslında. İskoçyalı bir asilzadenin 16 yaşındaki aşka aç oğlu Jay, sevdiği kız Rose’un babasıyla birlikte uzak diyarlara kaçmasını kendine yediremez.
O diyar, vahşi batının uçsuz bucaksız arazileridir. Jay kafasına koyduğunu yapan, kalbine koyduğuna tapan bir gencimiz. Düşer yollara. Cebinde “yeni başlayanlar için vahşi batı” kitabı. Çok ilerleyemez tabi. Kötü adamlar peydahlanır. Ama ödül avcısı Silas yetişir imdadına. Silas da az değildir. Para karşılığı yardım eder küçük adamımıza. İkisi birlikte Rose ve babasını ararlarken filmin kırılma anı gelir. Rose ve babasının başına nedense 2 bin dolar ödül konmuştur. O tür ilanların da öyküsünü anlatır film bize, ama o eski bir hikaye. Jay ve Silas gibi, paragöz kötü adamlar da düşer Rose ve babasının peşine. Acaba kim daha önce ulaşacaktır? Jay, sevdiceğine sağ salim kavuşabilecek midir? Vahşi batının yavaşlatılmış hali, kurşunları da yavaşlatabilecek midir?
Filmin başlarında sıkıcı bir yol filmiyle karşı karşıya olduğunuzu düşünebilirsiniz. Hakikaten de yavaş başlıyor. Asla da hızlanmıyor. Saçma nedenlerden ölümler nasıl oraların bir gerçeğiyse film de ötesini vaat etmiyor. Aşık karakter Jay’in zihnindeki geriye dönüşlerin naifliği, vahşi batının sert koşulları arasında gerekli ters eşitliği kurup başarılı bir çatışma dünyasına evriliyor. Maceradan maceraya koşan -pardon ağır aksak yürüyen- kahramanlarımızı izlerken ilginizin sürekli ayakta kaldığını gördüğünüzde kabul ediyorsunuz ki bu film iyi işliyor, sizinle o yolda dostluk kuruyor.
Silas rolünde tuttuğumuz aktörlerden Michael Fassbender rolünde hem inandırıcı hem de filmin yapımcısı. O da filme inanmış ki yapımcılığı üstlenmiş. Genç aşık Jay’de Kodi Smit-McPhee kendini zorla sevdiriyor adeta. Yıllar önce Viggo Mortensen’li “The Road”da uzun yolculuklara dayanıklı olduğunu göstermişti zaten. Rose’da Caren Pistorious aşık olunacak kız havalarında. Babası rolünde ise “Game of Thrones ”dan yadigar “the hound” Rory McCann’i görmek de güzel.
Filmin başarılı vahşi batı usulü çorbasını övmemize bakarak western’i yeniden yarattığını düşünmeyin sakın. Temize çekiyor sadece. Ölümü de, aşkı da. Aşk zaten yabancı bir duygu iken bir yabancının aşkının yabancı bir diyarda meze olmasına bu yüzden şaşırmamalısınız. Filmi “iyi” bulmayanlar da çıkacaktır. Ama ilk görüşte “güzel” olduğunu kabul etmelisiniz. Hatta tanıdıkça “yavaştan” seversiniz belki.