Aşkın sesini dinlemek için gittiğim Kürsat Kızbaz filminden buruklukla çıktım ne yazık ki. Çok saygıdeğer bir çaba, 3 yılda, 12 mekanda çekilmiş, kadro en usta tiyatro oyuncularından seçilmiş. Ama perde kapandığında sadece silik, uçucu bir iz kalıyor.
13. yüzyılda moğol istilasıyla başlayan , zamansızlık, mekansızlık iddiasıyla çekilen filmde bir içsel yolculuğa tanık oluyoruz. . Yokluk , açlık içindeki halka buğday bulmak için Hacı Bektaş Veli dergahına giden Yunus, nefes yerine bugdayı seçmenin pişmanlığıyla uzun yıllar sürecek , çileli dervişlik yolculuğunda Taptuk Emre'den, Mevlana'ya, Hallaci Mansur'dan, Barak Baba'ya, Sarı Saltuk' a ulaşıyor, "pirim" diyerek kapılarına yüz sürüyor. Çok derinlikli, yüreğe işlemesi gereken diyaloglar o kadar yüzeysel, o kadar tekdüze ki , tanıdık dizeler aralara serpiştirilmese dinlemek mümkün değil. Görüntü yönetmenliği mükemmel, müzikler idare eder düzeyde , senaryo ise zayıf. Balım kızın sarı röfleli saçları, estetikli burnu, kırmızı rujlu dudakları dünyevi aşktan, ilahi aşka ilerleyecek Yunus'un öyküsünde inandırıcı olamıyor. Taptuk Emre dergahında gönlünün kilidini açmak için 40 yıl odun taşımaya razı olduğu bilinen Yunus, gün gelip Anadoluyu gezmeye başlar ve yıllar sonra dergaha geri döndüğünde "bizim Yunus mu" diye soran pirinin icazetiyle içeri girer. Filmde ise yıllar geçmiyor, Yunusun görüntüsü zerre kadar değişmiyor. Dergahlara girmesiyle, çıkması bir oluyor, her pir aynı cümleleri tekrarlıyor. Sinemadan ziyade bir tiyatro oyunu izler gibiyiz. Hele Barak baba rolünde Burak Sergen sanki bir kral Lear. Koyundan yavaş olması beklenen derviş rolünde, son derece yüksek sesle, abartılı mimiklerle oynayarak filmin uhreviyetini yerle bir ediyor.
İzlemeye değmez mi..? Kesinlikle değer, Amerikan filmlerinden farklı bir ses elbette "Aşkın Sesi". Ama "evrensele ulaşan bir film yapmak istedim " diyen yönetmen ne yazık ki hedefine ulaşamıyor, insanı kamil olma yolculuğuna ışık tutamıyor.