"Bulmak kadar aramak da önemlidir..."
Yazar: Hilal ÇetinderYunus Emre’nin ‘Aşk’ı arama yolculuğunun mimarı, Mevlana’nın hayatını anlatan belgeseli de yöneten isim aynı zamanda... Filmin senarist ve yönetmeni Kürşat Kızbaz’ın ‘Yunus Emre Aşkın Sesi’ öncesinde çektiği ‘Mevlana Celaleddin-i Rumi: Aşkın Dansı’ (2008), Mevlana’yı tanıtmak adına önemliydi elbette. Ancak ‘belgesel sinema’ örneği yerine bakanlık desteğinin karşılığını veren zayıf bir TV belgeseli olarak kaldı hafızalarda. Peki ya Yunus Emre? Biyografik değil de daha çok Yunus Emre’nin felsefesi üzerine kurulu olan Yunus Emre Aşkın Sesi, maneviyat dünyasına iz bırakan filmler arasında kendine yer bulabilir. Yunus Emre’yi tanımak, evrenselleşen ve öncü olduğu hümanist anlayışıyla tanışmak, Yunus ile çağdaşı olan/olmayan büyük düşünürleri aynı kadraja yerleştiren Kızbaz’ın bu jestini görmek adına izlenebilir belki. Ancak bildiğimizden öteye gitmeyen, üzerine eklemeyen bir bakış açısı hakim ne yazık ki. Film, sıklıkla tekrarlanan zamansızlık ve mekansızlık kavramları üzerinden, Yunus’un ilahi aşk yolculuğunu sunuyor bizlere. Buna öylesine sadık kalıyor ki, ne zaman var hissedilen ne de mekan. Gönül isterdi ki dönemsel karmaşa, kıtlık ve iç çekişmelerle, farklı mezhep ve inançların yaygınlaşmasının izlerini de görelim, en azından hissedelim. Yunus Emre (Devrim Evin)’nin dergah dergah dolaştığı yolda Hacı Bektaş-ı Veli’den (Ahmet Mekin) Mevlana’ya (Altan Erkekli), Tapduk Emre’den (Bülent Emin Yarar) Barak Baba’ya (Burak Sergen) kadar pek çok tarihi karakter çıkıyor karşımıza. Önce ağırlama, sonra yolcu etme halinde kurgulanmış, kısa bölümler halinde şiirsel bir akış hakim tüm karşılaşmalarda. Konuşan ve dinleyen birbirini anlıyor anlamasına ama izleyenin işi biraz zor. Eğer çocuklarsa söz konusu olan, kafaları karışabilir. Eğer dünyaya tanıtmaksa amaç, o zaman da ‘Aşk’ ve yöntemi ayrı bir tartışma konusu olabilir.
Hayatında önemli yeri olan öğreticisi Tapduk Emre, Yunus Emre’yle en fazla mesaisi olan figür. Filmin içine girebildiğiniz yegane anlar, Bülent Emir Yarar’ın canlandırdığı Tapduk Emre’nin yer aldığı sahnelerde saklı. Diyalogların çoğunun arayış yolunu vurgulamak için yazılmış olması hem dönemin (filmin) içine girmeyi zorlaştırıyor, hem de karakterleri tek boyutlu kılıyor. İlahı aşk ile dünyevi aşkı Balım Kız (Nilay Cafer) arasında, içinde yaşadığı çatışma ilginç olabilirdi belki ama burada da yeterince derine inilmiyor. Gıcır gıcır 13. yüzyıl atmosferine ve Balım Kız’ın dönem gerçekliğinden uzak abartılı makyajına hiç değinmeyelim. Yüksek ses ve müzik, yine filmin vazgeçilmezleri. Ama bunların dışında asıl önemli sorun, filmin tek bütünlük oluşturan noktasının finalde simgesel olarak ilk çıkış noktasına bağlanmasıyla sınırlı kalması. Bir şiir dinletisi mi? Evet, belki… Bu bir sorun olmazdı; ‘Shakespeare in Love’da nasıl ki kafiye ve şiirsellik kaplıyorsa filmi, Yunus’un da dile gelişi sırf ‘arayış’ı uğruna kimi zaman kar üstünde, kimi zaman çorak bir bölgede (ki dört mevsimde çekilmiş film), bilinen bir iki şiirinin bir iki dizesi yerine, derinlikli ve anlam dahilinde olsaydı şayet…
Tüm bunları bir kenara bırakırsak, kocaman bir isim Yunus Emre. Halk ozanı, düşünür, eren, derviş. En büyük tasavvuf erlerinden ve Türk edebiyatının en önemli şairlerinden olup da kulaktan kulağa, dilden dile dolaşan, kendisine ait olan/olmayan söz ve şiirleri dışında hakkında çok az şey bilinen bir isim öte yandan. Bu açıdan baktığımızda, nihayet beyazperdede ete kemiğe büründüğünü görmek sevindirici. Yunus Emre’nin, erenler yolculuğunun son dergah durağı Sarı Saltuk (Altan Gördüm), ‘Bulmak kadar, aramak da önemlidir’ diyor. Yunus Emre Aşkın Sesi, bizi döneme ve Yunus Emre’ye tamamen götüremeyen, henüz arama aşamasında bir film.
Twitter.com/hilalcetinder