Cadı Avının Amerikan Versiyonu - Trumbo
Dalton Trumbo ile ilgili yaşananlar tarihin tozlu sayfaları arasında kalmış gibi görünse de hikayesinin arkasındaki olaylar modern çağda yaşamamıza rağmen maalesef hala canlılığını korumaktadır. Yetenekli senaryo yazarı Dalton Trumbo’nun karanlık dönemde yaşadığı hikâyesi müthiş. İlginç, uyandırıcı ve ilham verici bir biyografi filmi (Biyo-Film) olan Trumbo izleyiciye konuşma hürriyeti hakkında önemli dersler veriyor. Film ikinci Dünya Savaşının öncesi ve sonrası dönemlerini beyaz perdeye taşıyor.
Zaman, korku zamanı. Kimse de bundan muaf değildi. Aileler dağılmış, çok sayıda insan yuvasını ve bazıları hayatını kaybetmişti. Bu dönemde birçok yazar kara listeye alınmıştı. İşte bu film Amerika’da yaşanan bu karanlık dönemin öyküsüdür. Film Dalton Trumbo’nun hayat hikâyesini anlatıyor.
Filmin seçkin kadrosunun sıra dışı oyunculuğu hayranlık uyandırıyor. Breaking Bad dizisinden tanıdığımız Kimyager Bryan Cranston, Dalton Trumbo rolünde. Bryan Cranston (Trumbo) boşuna en iyi erkek oyuncu dalında Oscarı almadığını filmdeki performansıyla bize gösteriyor. Bu filmin geri kalan oyuncu kadrosu da birçok film festivalinde hak ettiği ilgiyi de gördü.
Yardımcı rolde oynayan Frank King (John Goodman) bir film stüdyosu patronunu canlandırıyor. Goodman yine sevecen, espri dolu ve kendine has kıvrak oyunculuğu ile müthiş. Kara listede olan isimlerle irtibatlandırarak Frank King’i alt etmeye çalışsalar da o dik duruşuyla kendisini tehdit edenlere güzel bir ders veriyor. Ayrıca, Diane Lane (Cleo Trumbo) Dalton Trumbo'nun karısı rolünde. Istırap dolu, ailevi sıkıntılar yaşayan zor bir rolün hakkını veriyor. Bunun yanı sıra, “Queen” filminden çok iyi bildiğimiz usta kadın oyuncu Helen Mirren, Hedda Hopper adlı milyonların takip ettiği bir köşe yazarı rolünde. Hopper, milyonların onun fikrine önem verdiğini çok iyi bilen bir yazar. Kaleminin gücü ile birçok film şirketi patronunu istediği gibi evirip çeviren keskin zekâlı kurnaz bir kadın yazar Hopper. Bu filmdeki performansı ile onun harika bir aktris olduğuna tekrar şahit olacaksınız.
Bana sorarsanız bu film oyunculuk ödülü dışında birden fazla ödülü hak etmişti. Belki de En İyi Özgün Senaryo, En İyi Yönetmen gibi en azından beş Oscar almalıydı. Filmin senaristi John McNamara ve yönetmen Jay Roach gerçekten çok iyi bir iş çıkarmışlar. Ama olsun, bu film hiç kuşkusuz “az Oscarlı unutulmaz siyasi-politik bir Biyo-Film” olarak tarihe çoktan geçti bile!
Trumbo'ya dönecek olursak, onun hayatı ibretlik. Soğuk savaş döneminde Amerika’da birçok yazar kara listeye alınmıştı. Kara liste, şeytanın hüküm sürdüğü bir zaman diliminin sembolüydü adeta. Hayatta kalanlar ise, bu şeytanın dokunuşundan paçasını kurtarmayacaktı. Bunlardan birisi de Trumbo’ydu. Trumbo, Roma Tatili (1953),Yalnız ve Cesur (1962), Kelebek (1973) gibi ün yapmış filmlerin senaryosunun yazımında bulunmuş Amerikalı büyük bir senarist ve yazardır. Trumbo'nun yazdığı ve her sinemaseverin de bildiği bir diğer filmi ise Spartaküs'tür (1960). Özellikle bu filminin vizyona girmesi trajikomik bir vakadır. Trumbo düşmanları, algı operasyonlarıyla vatandaşlara bu filme bilet almamalarını, film şirketlerine de baskı kurarak, kendileri gibi düşünmeyen aktörleri daha film yapım aşamasında iken kovmalarını söylemiştir. Sırf kara listedeki yazarlardan birisi bu filme konu olduğu için, hem aktörler hem yönetmen hem de film şirketi ile bire bir gizlice görüşülüp tehditler savrulmuştur. Ancak Spartaküs filminin başrol oyuncusu genç Kirk Douglas, tehditlere karşı mertçe dik durmuştur. Daha önce müstear isimlerle senaryo yazan Trumbo, ilk kez Spartaküs filminde ismini kullanarak McCarthy'ci yasağı delmiştir. Bu yasağın delinmesinde Trumbo'nun isminin jenerikte geçmesinde ısrar eden Kirk Douglas'ın payı büyüktür. Bu karanlık yıllarda ilk kez cesurca bir ses duyulmuştur.
Kimdi bu yasakçı zihniyet? Dertleri neydi bunların? Karşıt görüşlere tahammülü olmayan Joseph (Joe) McCarthy Cumhuriyetçi Parti senatörüydü. Görev süresinde McCarthy ve partililer, Komünist Parti ya da sempatizanları hakkında mesnetsiz suçlamalarda bulundular. Bu suçlamalar ABD hükümetindekilere özellikle Dışişleri Bakanlığı’nda ve denizaşırı ülkelerde hükümet kütüphanelerinde çalışanlara yöneltilmişti. Komünizm korkusu yaratan McCarthy'nin iddiaları bu dönemin birçok ismini zor duruma soktu, bazı kimselerin meslek hayatının sonunu getirdi. İnsanlar kutuplaştırıldı. “Hakları konuşmak istiyorsan, önce hangi tarafta olduğunu söyle”, denecek kadar ileri gidildi.
Amerika'nın kara günlerinde gerçekleşen hadiselere bakın: Vicdanlarını ameliyatla aldırmışçasına istenmeyen kişileri barındırdığı için büyük dev şirketleri çökertme tehditleri…. “Ya bizim dediğimizi yaparsın, ya da olanlara katlanırsın” tarzı korkutma çabaları….yazarları dize çöktürmek için yapılan baskılar…fikirlere açılan davalar… “Seni biz adam ettik, bir yerlere getirdik, şimdi dediğimizi yapmayacak mısın?” gibi argümanlarla gözdağı vermeler…. Şirketlere Dalton Trumbo ve arkadaşlarını kovun tehditleri… Aksi halde grevler hazırlar, manşetler yazdırır ve boykotlar oluşturur, seni piyasadan sileriz baskıları….Ve daha neler neler..
İşte tam da bu noktada, Amerika'da soğuk savaş zamanında yaşananlar ile çağdaş dünyanın bir kısım bölgelerinde görülen baskıcı rejimlerdeki yasakçı otoriteler arasında benzerlikler görünüyor, değil mi? “Destekleyenler kahraman, karşı olanlar ise hain! Bir insan ya sadıktır, ya da değildir. Ya bizdensin ya hain!” Sizlere de bu tür argümanlar benzer gelmiyor mu?
Bir biyografik-dram filmi olan Trumbo'da, “McCarthy zihniyetine göre”, yürüyüş yapan, protestoları organize eden kişiler aslında tehlikeli radikallerdir. Devletimize, ordumuza ve okullarımıza sızmaya çalışıyorlar. Düşmanların devletimiz içinde kendi amaçlarına hizmet edecek hain ve gafiller kullandığı iftiralarını duyacaksınız. Bu hainlerin amacının devleti ele geçirmek, demokratik değerleri yıkmaya çalışmakla ve nihayetinde bu ulusu devirmek olduğu suçlaması ile toplumda algı oluşturulduğunu izleyeceksiniz. Filmi izlerken yaşananların “Tek Adam” olma hevesindeki üçüncü dünya ülkeleri veya Ortadoğu liderlerinin sözlerine ve o ülkelerin tarihine ne kadar da benzediğini hayretle müşahede edeceksiniz.
Diğer taraftan, filmde, duruşmalarda Trumbo tarafından söylenenler ile ülkemizde suçsuz insanların hakimlere söyledikleri arasında benzerlik olduğunu görünce şaşıracaksınız. Sanki Trumbo Amerika'nın karanlık dönemini değil de bizi anlatıyor gibi. Trumbo’nun “Komünist Parti'ne üyesi oldunuz mu?” sorusuna yaklaşımı tam ibretliktir: “Bu soruyu destekleyen herhangi bir kanıtla yüzleşme hakkım olmalı. Suç işlemekle mi itham ediliyorum? Elinizdekileri görmeyi çok isterim.” Buna karşılık cevaben “Göreceksiniz, çok yakında!” lafları, ülkemizdeki masum insanlara “Elimde belgeler var yakında açıklayacağım” deyip de, aradan yıllar geçmesine rağmen o belgeleri gösteremeyen yalancıların sözlerine ne kadar da benziyor?
Filmde her cümle bir kitap mahiyetinde. Medyamızda çıkan “Hukuk askıya alındı” manşetini tercüme edercesine, bir duruşma esnasında atılan saçma sapan iftiralar karşısında “Bizleri böyle suçlamaya hakkınız yok! Suçlandığımız an, Tanrı hepimize yardım etsin” duası izleyici gerçekten sarsıyor!
Trajikomik olan bir nokta ise filmde muhalif insanları suçlayan kitlenin aslında gırtlaklarına kadar pisliğe batmış olmalarıdır. Komünistlere sürekli iftira atan bir milletvekilinin akrabalarını devlet işlerine alması, aldığı kişilerden hiç birinin vergi vermediği ve bu yüzden de hapis yattığı bir sahne var. Hapishane koridorunda Trumbo ile karşılaşınca tarihe geçecek şu diyalog ortaya çıkar: “Şu halimize bak. İki hapis kuşuyuz.” Trumbo ne derse beğenirsiniz? “Sen sahiden suç işledin ama!”
Sonuç olarak, bu film Türk izleyicisine çok ince mesajlar vermenin yanında, bu kasvetli sürecin akabinde yaşanacakları da gözler önüne seriyor. Türkiye'nin yakın geleceğinde hukukun işleyeceği döneme ait mesajları da sunuyor bizlere. Trumbo süreci şöyle özetliyor. “Bizi düşman olmakla itham edenlerin harcadığı onca zaman ve milyon dolarlardan sonra bu noktadayız! Ajanların ifşa ettikleri, sıfır. Ortaya çıkardığı komplolar, sıfır. Tek yaptıkları insanları çalışma hakkından mahrum etmek. Onu bile tam beceremiyorlar. İki Akademi Ödülüm var.”
Anlaşılan, ”Bunlar bitti, kaçtı, hepsinin kökünü kazıyacağız!” diyenler tarihten hiç ders almamışlar.