Doğal bir delilik hali!
Yazar: Duygu KocabaylıoğluReha Erdem’in orta kuşak Türk sinemasında artısıyla eksisiyle en çok konuşulan isimlerden biri olduğu gerçeği su götürmez. Simgesel anlatımın alamet-i farikası olduğu filmlerini “Reha Erdem takıntılıyım ben, ne çekse izlerim” diyen de var, auteur sinemasına temkinli yaklaşan da... Bu Cuma Başka Sinema ile vizyona çıkacak sekizinci filmi Şarkı Söyleyen Kadınlar ise, Erdem’in fanatiklerini dahi ikileme düşürebilir cinsten!
Öncelikle karşımızda seyirciyi giriş, gelişme ve sonuç evrelerinde farklı duygu durumlarına sürükleyen bir yapım var. İzole edilme sürecinde, nerdeyse boş bir ada karşılıyor seyirciyi ilk önce. Üstelik İstanbulluların gayet aşinası olduğu Büyükada burası. Fakat mekânla bağ kurmakta sıkıntı çekmeyeceğini sanan seyirciyi bambaşka bir ‘ada’ yorumuyla baş başa bırakıyor Erdem. Ada sakinlerinin varsayımsal bir deprem uyarısıyla tahliye edilişi, geride kalanlar ve terk edilenler öykünün yaratacağı tekinsizlik atmosferini baştan güçlendiriyor.
Yönetmenin hemen hemen her işinde, bir şekilde köşe başını tutan ‘doğa’, Şarkı Söyleyen Kadınlar’da, bu kıyamet öncesi sessizlik ile tam anlamıyla başrolü üstleniyor. Sadece salgınla atların telef olması değil, kadınların ‘mecnun’ edasıyla söylediği şarkılar ya da finale doğru Adem’in bilfiil yakarışı da, doğanın ve doğal süreçlerin bir uzantısı olarak okunmaya müsait. Bu anlamda da Reha Erdem filmografisinde en çok Kosmos’a yakın duruyor film ve seyirciyi çarpıcı bir giriş bölümüyle içine almayı başarıyor.
Film özetle adanın bu resmi terk edilişiyle birlikte, geride kalan bir avuç insanın zoraki varoluşlarını ve ‘mecburiyetsiz bir arada oluşlarını’ anlatıyor diyebiliriz. Zira hakkında standart açıklama yazmaya pek de elverişli bir film değil perdedeki. Bu noktadan itibaren, oradan oraya sürüklendiğiniz, kimi detaylarına/planlarına hayran kalabileceğiniz, kimi zamansa anlamlandırmakta güçlük çekeceğiniz, birbiriyle hem bağlantılı hem bağımsız olaylar silsilesini içeren, uzunca bir gelişme bölümü bekliyor seyirciyi. Bu anlamda filmin seyirciden beklentisi belki de seyircinin yönetmenden beklentisinden daha fazla. Evet, anlamanız ve kendinizde ifade karşılığını bulmanız için sizden emek beklentisi var bu filmin. Sonuçta, kadınların iyiliği, saflığı, doğayı temsil ettiği ve onunla barışık yaşadığı bir düzen içerisinde, erkek var oluşunun ‘tabii kötülüğünü’ ve bu kötülüğe karşın kadının halen masumiyetini muhafaza edebileceğini iddia ediyor Erdem ve belli ki seyircinin bunu görebilmesini içten içe istiyor.
Filmin oyunculuklarındaysa Adem’i canlandıran Philip Arditti gerçekten rolünün hakkını veren bir performans ortaya koyuyor. Kötüyse kötü, ermişse ermiş, yönetmen kendisinden ne istediyse perdeye yansıtmayı bilmiş. Binnur Kaya canlandırdığı saf ve sevimli Esma karakteriyle ‘biraz tekrara mı düştü acaba’ diye sorsak da, rol kendisine o kadar biçilmiş kaftan ki, seyirciyi kendi saffına çekmeyi başarıyor. 2000’li yıllarda Elit İşcan, Türkü Turan gibi başarılı genç oyuncularla çalışmış olan Erdem’in, Deniz Hasgüler’in tutuk oyunculuğunda ayak diremesi ise düşündürücü.
Bu noktada bir parantez açıp yakın dönemde ‘Sultan Süleyman’ olarak seyirci hafızasında yer eden Halit Ergenç’in seslendirme yaptığı bölümlere de değinmek gerek. Reha Erdem hikâye akışı içerisine anlam bütünlüğüne uyduğuna inanarak farklı dinsel metinlerden kolajlar serpiştirmiş. Ben şahsen bu üsluptan rahatsız olmadım; ama bir dış anlatıcının hele de zor akan bir hikayede ‘öğretici’ bir pozisyon ve ruhani bir sesle aralara girmesi, ürkütücü değil desek yalan olur. Öte yandan yönetmenin ülkenin içinde bulunduğu siyasi konjonktüre yaklaşma hedefiyle böyle hamlelere giriştiğine dair yazılan çizilenler de, en amiyane tabirle boş laftan öteye geçmez.
Teknik açıdan görüntü yönetmenliğinde uzun yıllardır Florent Herry ile çalışmanın avantajlarını yaşayan Erdem, kurgu masasını yine kimseye bırakmazken, ses tasarımını Jîn’de de beraber çalıştığı Herve Guyaderg ile yürütmüş. Filmin pek çok planını bütünleyen ses efektlerinin hikayeyi ve seyirciyi yönlendirmedeki payı yadsınamaz.
Yönetmen filmin ön gösterimi sonrası gelen bir soruya karşılık, “Filmlerimi anlamlandırmaya çalışmayın, simgesel manalar yüklemeyin” demiş olsa da, bol bol alegorik göndermeye haiz bir film var yine karşımızda. Teknik açıdan sorunsuz, hikayesi seyirciyi zorlayıcı düzeyde emek isteyen, şarkıları hafif “kafa yapan” bir film Şarkı Söyleyen Kadınlar. Reha Erdem filmografisi açısından akışına bırakılarak seyredilesi…İzleyin, kararı kendiniz verin derim.
Not: Şahsi tercihlerimde Kosmos, bence Erdem’in her açıdan hala en iyi filmidir.