Eskimiş bir üslup ve sinema anlayışı...
Yazar: Kaan KarsanŞu sıralar İngiltere’nin “Yabancı Dilde En İyi Film Oscar”ı aday adayı olmasıyla manşet olan Uzun Yol ile ilk hemhal oluşumuz 50. Antalya Altın Portakal –sansürsüz- Film Festivali’ne denk gelmişti. Filmi izleyen salonun büyük bir şaşkınlığa kapılması ise sadece birkaç saniye alacaktı. Zira filmin adı açılış jeneriğinde “Uzun Yol” yerine “Ozun Yol” olarak yazılmıştı. Bu da yetmemiş bazı sahneler lineer zaman algısını bükecek şekilde, ‘yanlış’ kurgulanmıştı. Bu korkunç aceleci ve basbayağı bitmemiş ‘kurgu’nun mahsulünü o dönem ciddiye almak dahi zordu. Dolayısıyla Uzun Yol, uzun bir süre entelektüel sinema sohbetlerinin öznesi olmak yerine bir şaka malzemesi olarak kaldı. Ta ki BAFTA, İngilizce dilinde çekilmemiş ancak İngilizce olan bir film olarak Uzun Yol’u Oscar adayı olarak seçinceye değin...
Filmin yönetmeni Nihat Seven, filmin Antalya’daki kurgusunun henüz bitmemiş olduğunu ve perdede kurgudaki yanlışlıklara tanık olunca kendilerinin de en az seyirci kadar şoke olduklarını dile getirirken malumun ilanını yapıyor aslında. Zira jeneriğinde adı yanlış yazılan bir filmin kurgusu bitmemiştir zaten. Bunu bir mazeret olarak ileri sürüp sürmediği konusunda bilgisiziz. Sadece bunun bir mazeret olamayacağını belirtmek isteriz. Zira herhangi bir filmin patronu konumunda olan yönetmeni ve/veya yapımcısı bu denli açık bir hatanın sorumluluğunu üstlenmekle mükelleftir. Nihayetinde ilk gösteriminin üzerinden bir seneden fazla süre geçen ve yeniden kurgu masasına giden filmin ‘hatasız’ hali sinemalarımızda. Yani filmin hiç işlemeyen içeriğini ve biçimini konuşmak için fırsat bu fırsat.
Uzun Yol, kimi açılardan oldukça serbest bir “Selvi Boylum Al Yazmalım” uyarlaması. Odağında birbirlerini çok seven iki insan, Fariz ve Gülten var. Fariz bir kamyon şoförü olduğu için Gülten’in ailesinden ‘onay’ alamıyor. Dolayısıyla çift, çareyi kaçarak bir kasabaya yerleşmekte buluyor. Ancak Fariz’in kötü alışkanlıkları ve ilişkilerinden çalan uzun yolculukları var. Böylece sorunlar ardı ardına yan yana dizilmeye başlıyor.
Nihat Seven, Uzun Yol’da referanslarını Yeşilçam’dan alıyor. Ancak bu şablona oldukça ters gelen kimi sekanslarla o yapının işlerliğini basbayağı bozup engelliyor. Tipikleştirilmiş her melodramda olduğu gibi iyi ile arasında kesin bir çizgi var. Filmin kimi karakterleri de bu sıkıcı çizginin üzerinde kimi zaman sağa, kimi zaman sola doğru sendeleyerek yürümeye çabalıyorlar. Bu esnada çatışmalar, daha önce defalarca çözdüğümüz çatışmalar. Olaylar defalarca şahit olduğumuz olaylar. Uzun Yol, sadece anlatmaya çalıştığı hikayesiyle bile zamanın ruhunu yakalamaya en az kırk yıl geç kalmış bir film. Hikayesi bir tarafa, üslubu da bir o kadar ‘eskimiş’ durumda.
Söylediğimiz üzere, Nihat Seven, ‘klasik’ hikayesini "antikalaşmış" bir sinema anlayışıyla sahneliyor. Bayağı replikler oldukça parıltısız bir mizansen anlayışıyla birer birer ağızlardan dökülüyorlar. Bütün bu ‘sürprizsizlik’ sarmalının arasına ise filmin genel tonuna oranla çok radikal kalan bazı sekanslar serpiştirilmiş durumda. Ancak bu sekansların yönetmenin hedeflediği etki yerine ancak bir tutarsızlık duygusu oluşturduğu söylenebilir, izleyicinin nezdinde.
Uzun Yol’un bütün bu büyük başarısızlığından çıkarılabilecek tek olumlu yön ise gösterişsiz ama tesirli oyunculuğuyla filmin ömrünü uzatan Hakan Yufkacıgil’in çabası. Yufkacıgil, mütevazı oyunculuğuyla Uzun Yol hakkında konuşulabilecek olumlu bir şey veriyor izleyenine.