"Kimi öldürdüğümü bilmek istiyorum!"
Yazar: Ali ErcivanDexter ile özdeşleşen Michael C. Hall’u bir suç/gerilim filminde izlemenin çekici yanını inkar edemeyiz herhalde. Temmuz Soğuğu (Cold in July) filminde bu kez kazara cinayet işleyen bir aile babasını canlandırıyor oyuncu. Evine giren hırsızı istemeden, korkusuna yenilip öldüren Richard büyük bir vicdan azabıyla kıvranıyor. Ancak öldürdüğü gencin sabıkalı babası da ona gözdağı vermeye başlayınca, vicdan azabı yerini endişeye bırakıyor. Sam Shephard tarafından canlandırılan Russel, intikam peşinde, kendi oğlunu öldüren adamın oğluna bir zarar vermeye niyetli…
Çok sağlam bir psikolojik gerilim olarak başlıyor Temmuz Soğuğu. Richard’ın ailesini koruma çabası, polisin önce onun korkusunu yersiz bulup ardından aileyi koruma altına alması ama Russel’ın bütün engelleri aşarak ailenin evine kadar girebilmesi ve ardından yaşananlar son derece sıkı, tırnak yedirten, diken üstünde izlenen bir yarım saate tekabül ediyor. Seksenli yıllarda geçen bir öykü bu. Saç kesimlerinden mekanlara, müziklerden filmin üslubuna kadar her şey o seksenler havasını yansıtıyor. Bu da filmden alınan keyfi katlıyor.
Yarım saatin ardından birdenbire hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını anlamamızla film çok şık bir viraj da alıyor. Rolleri değiştiren, insanın iştahını kabartan bir sürprizle filmin şimdi nasıl bir yol izleyeceğini merak ediyoruz. Richard ve Russel’ın düşman değil ortak olduğu yeni bir güzergahta ilerliyor Temmuz Soğuğu.
Bu yeni güzergahta filme Don Johnson tarafından canlandırılan bir özel dedektif karakteri Jim dahil oluyor. Snuff filmleri (gerçek ölüm ve cinayetler içeren filmler) çeken bir çeteyle karşılaşıyoruz ve artık kendi oğlunu öldürmeye karar veren bir babanın öyküsünü izlemeye başlıyoruz.
Ne yazık ki ne ilk yarım saatteki gibi sıkı bir şekilde örülmüş bu yeni öykü ne de aynı gerilim dozuna sahip. Filmin o insanı yerine mıhlayan ritmi yerini yayvan, ağır aksak ilerleyen ve heyecansız bir yapıya bırakıyor. Müzikler ve kötü saç kesimleri dışında seksenler havasını yansıtan bir öğe de kalmıyor.
Ayrıca senaryoda ciddi bir denge sorunu başgösteriyor. Filmin sürekli takip ettiği, öyküsünü üzerinden anlattığı başrolü Richard. Fakat ikinci yarıda öykü aslında onun öyküsü değil. Russel ve Jim ile birlikte çıktığı yolculuğa eklenme bahanesi bile yapay. “Kimi öldürdüğümü bilmek istiyorum!” diyor karakter ama film bu sorunun cevabını vermekle hiç ilgilenmeyecek aslında. Sadece Richard’ı o maceraya dahil etmenin zoraki bir gerekçesi bu. Ama onun öyküsünü anlatmadığı halde filmin yine de Richard üzerinden ilerleme çabası, dramatik bir sorun haline geliyor.
Dolayısıyla suni gerilimlerle ilerleyen sıradan bir filme dönüşüyor Temmuz Soğuğu. Bu yıl içinde izlediğimiz Kan Kokusu (We Are What We Are) filmiyle tanıdığımız yönetmen Jim Mickle ve tüm filmlerinde beraber çalıştığı senarist/oyuncu ortağı Nick Damici, artık filmleri Cannes programına alınan bir ikili. Bu filmin ilk yarım saati gösteriyor ki sağlam gerilim filmleri yapabilecek kadar da pişmişler. Sadece karşımızdaki örnekte, bu becerilerini filmin bütününe yaymayı başaramamışlar. Temmuz Soğuğu, izlemeye değer ama ıskalanmış bir fırsat.
Twitter: aliercivan