“Medeas”; senaryosunu da, “kadim ortağı” Orlando Tirado ile birlikte yazan İtalyan asıllı Andrea Pallaoro’nun yönetmen koltuğunda oturduğu ilk uzun metrajlı (debut) sinema filmi…
Prömiyeri, 2 Eylül 2013’de Venedik Film Festivalinde yapılan ve 22 Mayıs 2015 tarihinde vizyona giren filmin, hâlihazırda IMDB, Rotten Tomatoes ve Metacritic gibi mecralarda ciddiye alınacak miktarda oydan oluşan bir izleyici ve yorumcu puanı ortalaması mevcut değil…
O yüzden bizde, oldukça düşük bir bütçeyle çekildiği her halinden belli olan bu “bağımsız” filmi, her zamanki gibi önceliği oyuncu kadrosuna vermek suretiyle bizzat kendimiz mercek altına alarak incelemeye ardından da puanlamaya çalışacağız…
Bunun içinde, artık neredeyse yorumlarımızda geleneksel bir özellik halini aldığı üzere ayrıntılı incelemeye geçmeden önce ABD, İtalya ve Meksika ortak yapımı olan filme ilişkin ilk tespitimizi, sonrasında da naçizane ilk önerimizi paylaşalım istiyoruz…
Bu bağlamda da işe; karşımızdakinin:
Yaşar Kemal’in romanlarındaki, “Çukurova betimlemelerine” benzer bir biçimde, içinde yaşanılan toplumun, karakterlerinin ve doğanın hiçbir ayrıntısının atlanılmadan titizlikle işlendiği “sarı sıcak” bir hikâyeye sahip olan (ve bize konu olarak değilse da adı ile çağrışım yaptıran “Susuz Yaz”ı – 1963 anımsatan) son derece “sarsıcı” bir film olduğunu söyleyerek başlayabiliriz…
Gelin şimdi tek tek inceleyelim bu sıraladıklarımızı…
Evet, belki film Çukurova’da değil, Chayse Irvin’in 35 mm’lik kamerası ile enfes görüntüler kaydettiği ve yönetmen Andrea Pallaoro’nın MFA (Master of Fine Arts), yani sanat alanında yüksek lisans eğitimi aldığı California Institute of the Arts’ın (caLARTS) da bulunduğu Kaliforniya’nın Santa Clarita bölgesinde filme alınmış…
Ancak uzunca bir süredir yağmayan yağmurun yol açtığı kuraklık sebebiyle ortama hâkim olan “çorak ve verimsiz kır atmosferi”, yukarıda belirttiğimiz “sarı sıcak” ve “susuz yaz” tanımlamaları ile birebir örtüşüyor…
Ki, bu durum, biri kız (Mary Mouser) diğeri de erkek (Ian Nelson) olan ve cinselliklerinin ayırdına varmış iki ergenin dâhil olduğu beş çocuğu bulunan ve geçimini hayvancılıkla sağlamaya çalışan aileyi derinden etkiliyor…
Zira su olmadığı için otlaklarda hayvanlara yedirilecek taze ot bulunmadığı gibi elde avuçta para da kalmadığı için hazır yem de alınamamaktadır…
İşin daha da kötüsü, bir başkası ile gayri meşru bir gönül ilişkisi yaşayan (kulakları duymadığı için konuşma becerisine de sahip olamayan) evin annesi Christina (Catalina Sandino Moreno), bu ilişkiden doğacak olan altıncı çocuğuna da hamiledir…
Aslında şöyle bir bakıldığında, artık tehlike çanları, başta her şeyin kendi kontrolü altında olduğunu zanneden evin “pederşahi” (İrlanda asıllı) babası Ennis (Brían F. O'Byrne) ile birlikte tüm aile için çalmaya başlamıştır…
Yani sonunun nereye varacağı belli olmayan bu inanılmaz hikâyede de bir anlamda, “çadır çok fena karışmış” durumda…
Fakat ne yazık ki, bu durumda dahi ellerinden gelen tek şey, içinde yaşadıkları muhafazakâr toplum yapısına da uygun olarak her fırsat da çaresizce “dua” etmektir…
Bu “dua” faslına filmde, Andrea Pallaoro tarafından, mizahi bir bakış açısıyla sıklıkla vurgu yapılmaktadır…
Örneğin, yol kenarındaki, “Pray for water / Su için dua edin” tabelası ile küçük Jacob’ın (Maxim Knight) elindeki dinsel içerikli kitaptan okuduğu beş aşamalı yağmur duasında olduğu gibi…
Yemeklerde edilenlere ve evin duvarlarında asılı olan istavrozlara / haçlara hiç değinmiyoruz bile…
Peki, bu dini ritüellerin, bu zavallı aileye bir faydası dokunuyor mu?
Çok “üzücü” bir finale de sahip olan bu filmi izleme programına almak, eminiz şu ana kadar izlememiş olan “nitelikli film” meraklısı sinemasever dostlara çok iyi geleceği gibi yukarıdaki sorunun yanıtını da kendiliğinden öğrenmelerine yardımcı olacaktır…
Nihayetinde süresi de topu topu 97 dakika zaten…
Belki, yine klasik bir laf olacak ama diğer yorumlarımızda olduğu gibi “spoiler vermeden” yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu satırlar filme ilişkin ilk tespitimiz olsun…
İlk önerimize gelince:
O hakkımızı da bu kez; “Ventajas de viajar en tren” (2019) filmi için yazdıklarımızın bir kısmını tekrarlamış olmak pahasına, “gelecek vadeden” sinemacıların “ilk uzun metrajlı filmlerini” arşivleme hobisine sahip olan sinemasever dostlara, “Bu filmi arşivlerinize, Andrea Pallaoro ve Orlando Tirado ikilisini de takip listelerinize eklemeyi unutmayın” diye seslenerek kullanmak isteriz…
Sonuç olarak, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 3,5 verdiğimiz bu film için önerimiz de, olumsuz yorum ve puanları dikkate almadan, “izleyerek kendinize bir iyilik yapın” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler,
Son bir not:
Tüm hakları bize ait olan bu yorumun orijinali; bir başka mecrada tarafımızca, 13 Nisan 2020 günü saat 01.59’da yazılarak paylaşılmıştır...