Bir yönetmenin iç dünyasına sızmak...
Yazar: Banu BozdemirAdana Altın Koza’nın sürpriz filmlerinden oldu Gözümün Nuru hepimiz için. Melik Saraçoğlu ve Hakkı Kurtuluş birlikte Orada filmini çekmişlerdi ilk olarak. Ada atmosferinde çekilen yapım, filmin dakika hesabıyla da geç gelen bir aile hesaplaşmasını konu ediniyordu. Üç kişinin uzun uzadıya konuştuğu film konu olarak tatmin edemediyse de yönetim, atmosfer ve dil açısından tatmin ediciydi. İkinci film "Gözümün Nuru" ise tam bir kişisel sinema örneği. Film sizi zaman zaman ara noktalarda bıraksa da izlediğiniz için kesinlikle mutlu oluyorsunuz. Filmin ara noktaları dediğim, birçok filme getirdiğimiz eleştiri aslında. Kısa film tadında diyemeyeceğim ama zaman zaman "bu tam da kısa film olmalıymış" deyip sonrasında kendinizi filmin tadına bıraktığınız bir yapım Gözümün Nuru. Biraz karışık yani!
Başrolleri paylaşan yönetmenlerin ikisi de göz problemi yaşıyor, kader birlikteliği aslında onlarınki! İkisinin görme açısı bir filmde buluşuyor adeta. Bugüne kadar yönetmenlerin kendi hayatlarından kesitlerini aile bireyleri eşliğinde anlatan birçok film izledik, bunun farkı ironik bir dili olması, mizahı ve absürdlüğü filme iyi yedirmesinde saklı. Ailenin gerçekçi ve filmi sahiplenen tavrı bu film için en isabetli cast olduklarını da gösteriyor.
Melik Saraçoğlu 2000 yılında geçirdiği ağır ameliyatın izini geç de olsa çektikleri filmle yok etmek ister gibi. Uzun uzun ağladıktan sonra birden gülmeye başlamak gibi, geçen zamanın da etkisiyle tabii. Bu anlamda çok kendine dönük ama seyirciyi de es geçmeyen bir film. Bazı yerlerde ağız dolusu gülebilirsiniz mesela!
Filmde sonuna kadar bir sinema tutkusu hissediliyor, zaten filmin ana çıkış noktası hayatını sinemayı adamış bir adamın / yönetmenin görsel sanatın tam orta yerindeki sinemaya uzak düşmesi, belki de bir daha film çekemeyecek olması. Ya da öyle hissetmesi. Bunu gerçeküstücü kabus saheleriyle birleştiren yapımcı, oyuncu ve sinema yazarından deyim yerindeyse depiği yiyen yönetmenin iç dünyası içinde debelenmek onun kadar bizi de sarstı aynı zamanda. Bir yönetmenin gözünden sektörün üç kaleminin ironik de olsa nasıl göründüğünü anlamış olduk: Ukala!
Sinemayı merkezinde okumak için Lyon'a kadar uzanan iki kafadarın hikayesi travmatik bölümleri es geçersek gerçekten de keyifli. Dedenin tonlamaları, komşu teyzelerin hasta ziyaretini gün eğlencesine çevirmeleri ve Melik'in milimetrik hesaplarla gittikçe uzayan yatışları... Eski filmlerden araya sıkıştırılan 'görüyorum / görmüyorum' nidaları yeni sinemanın pek de yüz vermediği Yeşilçam'a selam çakarken onun absürdlüğünü de sahiplenmeye çalışıyor. Asık suratlı ama dertsiz filmlerin yanına keyifli ama derdi olan bir anlayışla yerleşiyor. Sinemaya aşık bir adamın bir daha film çekemeyecek noktanın dibine kadar geldiğini hissetmesinden daha iyi dert mi olur?
Ama yine de bir festival mantığı içerisinde değerlendirirsek Gözümün Nuru'nun en iyi filme uzanacağını düşünememıştik. O yüzden Altın Koza’da en iyi film ödülünü Yozgat Blues'la paylaşınca şaşırmıştım ama şimdi gayet de isabetli olduğunu düşünüyorum kararın. Siyad ödülünü alması kaçınılmazdı zaten. Gözümün Nuru cesur, ironik ve farklı bir seyirlik vaat ediyor. Sonrasında etkisi dağılıp gitse de görmek ve kaydetmenin aynı şeyler olduğunu düşünüp, bir yönetmenin iç dünyasına sızdığınız için mutlu oluyorsunuz.
twitter.com/BanuBozdemir