Hesabım
    Günce
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    1,5
    Kötü
    Günce

    Karikatürize iyilik-kötülük...

    Yazar: Banu Bozdemir

    Günce’yi izlerken baba kız ilişkisinden dolayı Kemal Sunal’lı Garip filmi geldi aklıma. Orada da acılar ve yoksulluk (burada yoksulluk yok gerçi) üzerinden giden birbirine tutunma hali vardı… Ama doğal, dramatik ve aynı oranda komikti…  Senaryosu Hüseyin Namık Üstünel tarafından yazılan, Mete Şener ve Kemal Uzun’un yönettiği Günce’yi izleyince aslında filmin tam olarak ne anlatmak istediğini seçemediğini düşündüm. Dramatik yapı kurmanın, ailenin ya da kişilerin başına felaket getirmekle sonuçlandığı çokça film izliyoruz ama Günce'de bu formül tutmamış. Belli ki bir tür sınama hali sunmaya çalışıyor film. Mesela kötüler salt kötü, hatta kahramanlarımızın karşısına dikilen herkes o kadar kötü ki, dünya kötülükten yıkılacak zannediyoruz. Tabii ki filmden bir Nubar Terziyan ya da Hulusi Kentmen kıvamında babacan doktorlar, patronlar beklemiyoruz ama bu kadar karikatürize kötülük ve kurnazlığı da anlamıyoruz. Belli ki iyilik bu sayede iyice açığa çıksın diye yapmışlar.

    Film mutlu aile tablosuyla açılıyor. Patronun oğlunun kendisinden nefret ettiği bir radyo kanalında ısrarla(!) program yapan Cengiz çocuğu olacağını da programından duyuruyor. Cengiz’in hastaneye gitmesi, çocuğunu annesinin kucağına vermesi ve annenin yanık bir ninni tutturması kötü bir olay olacağının birinci ipucu. İkinci ipucu da unutulan biberonu almaya koşan annenin başına gelenler oluyor ki orada film başka bir moda geçiyor. Yani anneyi aradan çıkararak Cengiz ve Günce dönemini başlatmış oluyor film böylece.

    Film özellikle radyoların bu kadar geri planda kaldığı bir dönemde sadece radyo programcılığı yaparak lüks bir hayat süren Cengiz’i inandırıcı noktadan uzaklaştırıyor. Film bir türlü teşhis konulamayan Günce’nin hastalığı ve babanın çaresizliği arasında seyrederken de inandırıcı değil! Bir yandan beyin mr’ı istenirken bir yandan kemik kanseri teşhisi konuluyor ama hastalığa ilişkin sadece lafla telaffuz edilen bir durum var. Bakıcı kızın radyo yayının ortasında çığlık çığlığa Cengiz’i araması ve Günce’nin çok kötü olduğunu söylemesi üzerine hep beraber  eve uzanıyoruz. Çok kötü bir görüntü beklerken Günce’nin kanepenin üzerinde her normal çocuk gibi öksürdüğünü görüyoruz. Tabii ki ortalık kan revan olsun demiyoruz ama etki ve tepkinin birbirini karşılaması lazım değil mi?

    Film boyunca Günce’nin hasta olup olmadığını anlamakta zorlanıyoruz. Bir ara yapımcıların Günce’yi falan boşverip birtakım sistem eleştirileri yapmak adına filmi çektiklerini düşünmeye başladım. Doktor, hastane, patron, polis, anlayışsız sürücü derken kötüler listesi bir hayli kabardı zira filmde. Günce’yi oynayan Nisa Melis Telli o kadar tatlı bir çocuk ki, zaten ölümün çok dışında duruyor. O yüzden Garip’ten örnek verdim, orada da Fatoş kendinden büyük laflar ediyor, babasından başka türlü ayrılma noktasına geliyor ama hikaye o kadar dramatik kurulmuş ki, ölüm duygusu olmadan da seyircinin duygulandığı çok an oluyor. Ama Günce bunu başaramıyor ne yazık ki...

    En azından mutlu sona gitme fikrini takdir etmek lazım. Hastalıktan yırtan baba-kızın Sultan filminde olduğu gibi kötülükleri, yerleşik düzeni, bağımlılıkları arkalarında bırakarak bir tepede konuşlanmaları en azından yaşadıklarından feyz aldıkları anlamına geliyor ki filmin sonunda doğru yola uzandığını söyleyebiliriz. Onun dışında doğal oyunculuk sergilemeye çalışan Cemal Hünal ve Nisa Melis Telli’nin sevimliliği bile filmi kurtarmaya yetmiyor. Keşke dramatik yapının tıkır tıkır işlediği, sistem eleştirilerinin yerli yerinde yapıldığı, kötülük ve iyiliğin adamakıllı çatıştığı ve sonuçta doğallığın kazandığı bir film olsaydı. Oysa öykünün odağı sorunlu, o yüzden yapılan hiçbir şey seyirciye tesir etmiyor ne yazık ki!

    twitter.com/BanuBozdemir

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top