Philadelphia'ya Hoş Geldin Şampiyon!
Yazar: Fırat Ataç'Creed'in başarılı bir devam filmi ya da spin-off olmasını sağlayacak, buna ek olarak yepyeni bir seriye kapı açacak gereklilikler nedir?' sorusu, neredeyse imkansız görünen ciddi kombinasyonlar gerektiriyor. Yönetmen seçiminden, yeni ana karakterin filme katacaklarına, eski dost Balboa'nın hikayesinin 'yaşının gereklilikleri de dikkate alınarak' ne yöne savrulacağından, nostalji soslu taze bir yumruğun sorunsuzca hayata geçirilmesine kadar seyirciyi bekleyen onlarca mefhum var. Son Durak'ta başrole yine Michael B. Jordan'ı koyarak tertemiz bir iş çıkartan Ryan Coogler'ın yönetiminde, İtalyan Aygırı'nı oynamak için doğan Stallone'nin varlığını yanımıza katarak çıkıyoruz yolculuğa...
Rocky Balboa'nın efsanevi rakibi, büyük dostu Apollo Creed'in evlilik dışı ilişkiden dünyaya gelen oğlu Adonis, çocukluğunu ıslahevinde geçiriyor. Her günü kavgayla geçen, gidişatı hiç de iyi olmayan hayatı, Apollo'nun dul eşi Mary Anne'nin vicdan muhasebesiyle bambaşka bir yöne evriliyor. Mary Anne tarafından evlat edinildikten sonra Creed ailesinin finansal avantajlarını arkasına alıp rahat bir hayat süren Adonis'in yükselmekte olan kariyerine uğruyoruz sonra. Her şey yolunda olmasına rağmen Adonis, içinde büyüyen boks içgüdüsüne karşı koyamıyor. Meksika'ya gidip gizlice yaptığı müsabakalar da ona yetmeyince soluğu Philadelphia'da alıyor ki işte bu eski dostun devreye girdiği yer. Hala aşık olduğu vefat eden eşi Adrian'ın adını verdiği restoranda sessiz/sakin emekliliğini sürdüren 'yorgun' Rocky, ilk etapta Adonis'in kendisini çalıştırma teklifini kabul etmese de 'bu sürecin fazla uzun sürmeyeceğini' tahmin etmek zor değil.
Ryan Coogler,Aaron Covington ile birlikte yazdığı senaryoda olabilecek tüm iyi hamleleri yapıyor. Seyirciyi Rocky Balboa'nın kahraman olduğu hikayeden naifçe uzaklaştırıyor. Evet, Rocky burada, hala gidişat için çok önemli ama aynı hikaye yeniden anlatılamaz. Yeni bir muhtemel efsane ile yeni bir serüven başlıyor ve anahtarlar Rocky'nin elinde.
Rocky'i koç olarak betimlemek, yaşanılan günün gerçekliğiyle geçmiş zaman nostaljisi arasında köprü işlevi görüyor. Önceki filmler arasındaki muğlakta kalmış ayrıntılar netleşirken, seriye verilen direk referanslar, duvardaki fotoğraflar, eski maçlardan parçalar Coogler'ın materyal üzerindeki hakimiyetini ispatlıyor. Bunu yaparken günümüzün 'duygularımızla oynayan' nostalji pazarlaması oyununa düşmüyor. Rocky'nin geçmişteki zaferleri üzerine tekrara kaçabilecek saygı duruşları yerine, Rocky'nin gözlerinde Apollo'yu hatta bizzat kendisini gördüğü boksöre tecrübelerini aktarmasına eğiliyor.
Adonis'ın dövüşme isteğine geldiğimizde durumu yalnızca 'gen' ile açıklayan bir kolaycılıkla karşılaşmıyoruz. Adonis asıl savaşını babasının ölümsüz efsanesinin gölgesi altında veriyor. Hatıra ile efsane arasındaki zorlayıcılık farkı karakterin içinde bulunduğu zorluğu seyirciye hissettiriyor. O doğmadan önce ringde ölen babasını hiç tanımamasına rağmen, neden olduğunu bilmediği bir 'ispat' duygusuyla yaşıyor. Kendini kendine, kendini babasına ispat etme çabası. Bunu yapmaya çabalarken Creed soyadını kullanmayı reddediyor çünkü tek bir ismin onu haksız rekabetle yükseltebileceğinin farkında.
Adonis'in Rocky'e 'amca' diye hitap etmesiyle başlayan, hem kendi aralarındaki hem de filmle bizim aramızdaki sıcaklık her geçen dakika daha da büyüyor. Babalar, oğullar, baba figürleri ve karşılıklı verilen hayat derslerinin arasına hiç de sakil durmayan bir aşk hikayesi de eklemleniyor. Lisa Bonet'in gençliğini hatırlatan Tessa Thompson'ın Bianca'sı hem Adonis'le olan kimyası hem de muhtemel serinin yeni Adrian'ı olabilme potansiyeli ile anlam kazanıyor.
Gidişat esnasında 'buna ne gerek vardı?' diye düşünebileceğiniz tüm birleşenleri ince ince hesapladığı görünen Coogler, dramatik, gülümsetici ve heyecan verici arasındaki dengeyi kusursuza yakın biçimde kuruyor. Bağımsız film alışkanlıklarını kaybetmeden süssüz bir anlatım seçen yönetmen, iş dövüş sahnelerine geldiği anda ise gözünü karartıyor. Görüntü yönetmeni Maryse Alberti ile birlikte kamerayı ringde dans ettiren Ryan Coogler, bu sayede hem Apollo'ya nazire yapmış hem de 'plan sekans boks maçı nasıl çekilir?' dersi vermiş oluyor. Arka planda Ludwig Göransson, Bill Conti'nin orijinal müziklerini orkestra ve hip hop ritmleriyle kavuşturduğunda her şey daha da açık seçilmeye başlıyor: Creed 'neredeyse imkansız görünen ciddi kombinasyonları' alnının akıyla bir araya getiriyor.
Michael B.Jordan'ın starlığını tescillediği, Stallone'nin ilk defa bu kadar kırılgan görünüp yüreğimizi titrettiği Creed, sadece senenin en iyi filmlerinden biri değil aynı zamanda gelmiş geçmiş en iyi spor/dramalarından biri olarak hafızalara kazınıyor.
Sporun mekaniğini değil içindeki insanların öğrendiklerini/öğrettiklerini ön plana alırken, herşeyin kazanmak ya da kaybetmek olmadığını, her defasında ileriye doğru bir adım atmak gerektiğini söylüyor. Ne kadar sert vurduğunun değil, yediğin darbelerden sonra ayağa kalkmanın önemli olduğunu salık veriyor. Artık meydandaki merdivenleri çıkarken yorulan bir ihtiyar olsa da O'nu 'İtalyan Aygırı' yapan her şey yerli yerinde duruyor.
firatatac.com