Hesabım
    Cehennem
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Cehennem

    Reklamın iyisi kötüsü olmaz

    Yazar: Alper Turgut

    Cehennem” (Inferno), güzelim ve biricik İstanbul’umuzu, öyküsünün finaline kattığı için elbette değerli, bunun dışında (oyunculukları hariç tutarım), ne yalan söyleyeyim, pek bir numarası yok, çünkü kurgu tamam, bilim yerle yeksan. Kalabalıklaştıkça, tüketen dev bir canavara dönüşen insanlık yüzünden, dünyanın hali duman… Neyse, filozof ve şair abimiz Dante’nin de hatırı kalmasın, Floransa ve Venedik’ten sonra yolu Dersaadet’e çıkan filmi, seyretmek ıskalanmasın.

    Artık iyice sacayağını oluşturan Yazar Dan Brown, Yönetmen Ron Howard ve Aktör Tom Hanks, “Da Vinci’nin Şifresi” ve “Melekler ve Şeytanlar”ın ardından üçüncü kapıyı, Cehennem'e açıyorlar. Demirbaş kahraman, simgebilim profesörü Robert Langdon’u canlandıran Tom Hanks’e, Felicity Jones, Ben Foster, Irrfan Khan, Sidse Babett Knudsen ve Omar Sy eşlik ediyorlar. Giderek çoğalan insan nüfusunun yarısını yok etmek, geriye kalanlara da büyük, sarsıcı ve acı bir ders vermek isteyen, zeki, deli, milyarder iş ve bilim adamı, yarattığı virüs ile tehdidi-tehlikeyi tetikler. Sorunu bulmak, meseleyi çözmek ise elbette bizim elemana kalır, gizemli maceraya, hiç düşünmeden atılır.

    Dante, Cehennem-Araf-Cennet üçlemesinden oluşan İlahi Komedya yapıtında; “Bu yüzden yitiğiz biz, başka bir suçtan değil, tek cezamız, umutsuz bir özlemle birlikte yaşamamız” der. İnsanın, bir şeye hasret kalması ve buna dair umudunu kaybetmesi, onu tereddütsüz bir silaha da çevirebilir, karamsarlıktan ve karanlıktan beslenen gözdağı unsuruna da… Dante, haliyle pek çok insanı derinden etkilemiş, onun ilmek ilmek ördüğü Cehennem tasviri, yüzyıllar ötesine, hatta bugüne taşınmıştır. Bu anlamda romanda ve devamında uyarlandığı filmde, Dante ile yola çıkılmasının, tarihi mekânlar ile sanat eserleriyle süslenmesinin şık ve yerinde bir hareket olduğu konusunda, sanırım hepimiz hemfikiriz. Virüsün dünyadaki insanların yarısını ortadan kaldırma noktasında ise, işte ortalık karışır, ilim ağlar, bilim ağlar, fen ağlar. Nasıl bir mikropsa bu, sana bulaştım, sana bulaşmayacağım diye insan seçiyor, yok öyle bir dünya. Tüm insanlık, tarihe karışmasın, tahrip edilen doğa, hep yaşasın diyenlerin kötü ve zalim olması, bu azgın, kızgın, güçsüze, fakire yaşam hakkı tanımayan ve dünyadaki diğer türleri ortadan kaldırmaya çalışanların ise iyi insanlar olması, harbiden kara mizah olsa gerek. Hollywood projelerinde, hep bize iyi belletilen insanların kazanmasından gına gelmedi mi hala? Dünya kötülerin elinde, savaşlar, yıkımlar, katliamlar peş peşe, eee bakın beyazperdede iyiler kazandı. Oldu canım. Bu resmen kuzular hadi uyuyun, yoksa kurtlar uluyacak demek değilse, nedir?

    Napolyon demiş ya; dünya tek ve kocaman bir ülke olsaydı, başkenti İstanbul olurdu diye, haksız da sayılmaz hani. Cehennem filminin finaline yerleşmesi, ona yakışır, iki kıtayı birleştiren, üç imparatorluğun merkezine oturan, bizim kadim kent, bunu ziyadesiyle hak eder. Ancak bıktık arkadaş, İstanbul’un Tarihi Yarımadaya sıkıştırılmasına, salt Kapalıçarşı, Yerebatan, Ayasofya’dan oluşmasına, yabancı artistlerin, anında başını kapamasına, memleketin karikatür gibi işlenmesine... Harbiden doyamadı elemanlar, biz ise dolduk, taştık. Misal İstanbul Üniversitesi, bildiğin terör merkezi gibi, tamam, oradan mezun oldum, duygusallık yapma diyebilirsiniz, ama isyan ediyor insan, neyse, her neyse…

    Dedik ya, reklamın iyisi kötüsü olmaz diye, geçenlerde Sultanahmet’te idim, turistlerin bunca azalmasına hem şaşırdım, hem de üzüldüm. Belki dünya çapındaki bu prodüksiyon, ilgiyi tekrar İstanbul’a çeker, kim bilir?

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top