Kingsman'e 9, Her Şeyin Teorisi'ne 5 veren Beyazperde eleştirisini tekrar tebrik ederek söze başlayayım:
Film, iki güçlü karakterin çok güç koşullar altında kurdukları ve yürüttükleri bir yaşamın öyküsü. Öyküde hiç bir şeyin altı çizilmediği için, filmin bu ana motifini akışın içinde yakalamak gerekiyor. Hastalığıyla, hastalığına gösterdiği sebatıyla ve başarılarıyla öyküdeki ana karakteri Stephen'ı beklerken iken, Jane de bu pozisyona ortak çıkıyor. Bu, çoklarının düşündüğü gibi biyografiyi Jane kaleme almış olduğu için değil. Stephen hastalığının realitesi ve zorunlulukları üzerinden seçimler yapıyor. Bu seçimlerdeki cesareti hayranlık uyandırıcı. 2 yıllık ömrü kaldığını duyduğunda bu süreyi çalışarak geçirmeye karar vermesi, onca zor koşullar altındaki hayatında yaşama sevincini bir ömür kaybetmemesi gibi. Ancak Jane'in durumu bundan da öte. Çünkü o, zor bir hayatı seçmek zorunda değilken seçiyor. İlk dakikada, ilk yılda, onuncu yılda seçimini değiştirmek şansı elindeyken kalbinin çağrısına uyuyor. Pek çok kere de gemileri yakarak.
Filmin tek eksisi, harika bir öyküyü Batı kültürünün mekanik sınırları üzerine çıkaramamış olması. Karakterlerin iç süreçlerini, aldıkları kararlarda, geçirdikleri dönüşümlerde etkili olan içsel dinamikleri gözlemleyemiyor; karakterlerin yaşadıklarına dışarıdan, bir fotoğrafa bakar gibi bakıyoruz. Fakat ki bu zaten bir Batı filmi olduğundan, mevcut halini olabileceğin en iyisi olarak kabullenip sadece yarım puan kırıyorum.
Filmde Stephen'ın bilim yönünün işlenmemesi de sorun değil. Uzay-zaman sürekliliği gibi, en bilmişlerin bile aslında bir şey anlamadığı konuları kitleler için hazırlanmış bir filme sokuşturmanın, filmin zaten güçlü olan dokusunu bozmaktan başka katkısı olmazdı. Aynı durum Stephen'ın kariyeri için de geçerli. Stephen'ın olağanüstü başarıları, filmi bir başarı/kazanma/galibiyet öyküsüne çevirirdi (ki bunu Batı sinemasında sabah akşam seyredip duruyoruz zaten).
Eddie Redmayne'nin oyunculuğu akıllara ziyan, bazı sahneler sırf onun duruşu ile akıllara kazınıyor (spoiler vermemek için bahsetmiyorum). Eddie kadar renkli olmasa da Felicity Jones'da odaklanmış güçlü kadın rolünü filmin akışına oturtmuş, sade güzelliğiyle de Eddie'ye sık sık omuz vermeyi başarıyor.
Özetle Her Şeyin Teorsi bir yaşam efsanesi. İçinde kendimizi bulduğumuz, sahip olduklarımızın kıymetini bir kez daha tarttığımız, hayatı göğüslemekte duruşumuza çeki düzen verdiğimiz, kadın-erkek ilişkileri üzerine felsefelere daldığımız, aile mefhumunun tatlarını tazelediğimiz, çocuklarımıza seyrettirmemiz gereken, şahaser demesem de şahasere yakın bir eser.