Yolumuz şiddetli seks...
Yazar: Banu BozdemirArirang ile ara verdiği sinemaya dönüşünü muştulayan, Acı (Pieta) ile daha çok ebeveyn ve çocuk arasında yaşanan sancılı ilişkilere dair fazlaca laf eden Kim Ki-duk, son filmi Moebius da sessiz ama etkili bir filmle karşımıza çıkıyor. Seyirciler üzerindeki beklentiyi her daim 'umursamayan' bir yönetmen karşımızdaki. Arirang ile kendi iç dünyasının kapılarını seyirciye açmış bir anlamda ağıtlar eşliğinde uzak durduğu sinemaya tekrar döneceğini bize anlatmaya çalışmıştı. Bazı seyircilerin tepkisi, bu kadar özel bir dünyanın kapısından adım atma açısındn çekingence olmuştu ama eminim ki Kim Ki-duk için bu bir anlamda arınma, ilişkilerin karmaşık dünyasına tekrar dalmak için iyi bir başlangıç olmalıydı. Pieta'da verdiği acıyı kapatmanın yolunu ise Moebius'la bulmuş gibi.
Filmin konusu yönetmen için delilik çanlarının çaldığını söylüyor bazılarına göre. Bana göreyse ne yaptığının farkında, cinsellik ve şiddetle kaba bir yüzleşme. Yönetmen tüm bu yaşananlarının suçunu aldatma mevzusuna atmaya çalışırken bir yandan da kadın ve erkeğin en takıntılı duygusu haline getirdiği seks üzerine alternatif yöntemler sunuyor. Filmde ilişkiler açılımı birçok birey üzerinde dolanırken, aslında sabitlemek istediği şeyin Oidipus ve Electra kompleksleri etrafında evrilmeler ve hatta tersine çevirmeler olduğunu görüyoruz. Mitolojide şişmiş ayak olarak geçen Oidipus kompleksinin Moebius'da farklı bir boyutuna tanıklık ediyoruz. Zira annesinin aslında babasına yönlendirmek istediği öfkesinin gazabına uğrayan ve erkeklik organını kaybeden oğluna yardımcı olmak için çabalayan babanın bu kompleksi acı ve zevk noktalarında kullandığını görüyoruz. Ayaklarına taş sürten, omzuna sapladığı bıçağın kanırtmalarında acının zevke dönüşümünü yaşayan oğulun özelinde cinselliğin bir anlamda bu kadar takıntılı bir şekilde hayatımıza taşındığının farkına varıyoruz. (Sanki insanoğlu boşalamazsa ölür misali.) Çünkü karısını aldatan koca kendi suç aleti olan penisini karısının hışmından korumasına rağmen, ergen oğlunun penisini koruyamıyor. Bu durumda penis ameliyatlarından medet umma noktasına gelen baba, bunu ilk aşamada başaramayınca acılı zevkin yollarını aramaya başlıyor. Yönetmen sadece cinsellikle bezeli bir hayatın yolunda ilerliyor. Bu kadar takıntılı ve kaba bir biçimde anlattığından dolayı da eleştiri alıyor. Aslında insanın tüm sosyal dengelerinin temelinde bu duygunun yattığını göstermek istiyor ki bir anlamda da doğru!
Film erkekleri organlarına bağımlı ve onun izinde gidenler olarak gösterirken, kadınları aldatılmanın acısıyla bir nevi kurban konumuna sokuyor ama bundan da çabuk vazgeçiyor. Kadını da erkek organına takıntılı, hatta onun yokluğuna ve varlığına takıntılı bir hale getiriyor o yüzden hem kadından hem de erkekten almak istediği intikamı alıyor. Oğulun cinselikle ilişkisi daha normal gibi gözükse de ebeveyn dengesizlikleriyle onun da dengesi bozuluyor. Karşımıza cinsellik takıntısı hastalıktır gibi bir önerme çıkıyor ki yönetmen bunu gayet açık ve kaba bir biçimde yaptığı için sinir bozucu oluyor.
Film bir şekilde Boş Ev misali duygusallığa özlemden midir bilinmez burada da öyle bir plan kuruyor. Belki de o sahneyi yıkmaya kalkışma hali, sevginin boyut değiştirip cinselliğe yönelme haline gönderme yapıyor. Aşk geçen yüzyılda kaldı, her şeyin yerini cinsellik aldı demeye getiriyor belki de. Cinsel organın kesilmesi, yerlerde sürünmesi, hatta kendi bedenine geçirmek için yutulmaya çalışılması bile filmin birtakım şeylerden vazgeçtiğinin göstergesi. İnsanların takıntısını abartılı bir biçimde gösterek bir nevi ayna tutuyor sanki yönetmen. Bundan rahatsız olmak da mümkün. Filmde hiç konuşma olmaması ise sinemanın görsel bir sanat olmasına bir hatırlatma gibi adeta. Ya da sözün bittiği noktaya dikkat çekmeye çalışıyor. Kim Ki-duk aşka inancını yitirmiş bir kuşağa kaba bir cinsellikle seslenmeye çalışıyor, sanırım olan biten bu!
Twitter.com/BanuBozdemir