Kapitalizm ve ahlak ilişkisine dair bir anti suç filmi...
Yazar: Serdar KökçeoğluJ.C. Chandor filmleri hakkındaki fikrimiz değişmedi. Yönetmen Oyunun Sonu gibi şaşırtıcı bir ilk filmin ardından Sona Doğru'ya imza atmış ve bu iki sıkı filmle birlikte adını zamanın ruhunu okumaya çalışan genç sinemacılar arasına eklemişti. Üçüncü uzun metrajlı film olan A Most Violent Year haklı olduğumuzun ispatı gibi; Chandor yine iyi, filmi ise beklentilerin bile üzerinde.
Oyunun Sonu finansal krizin henüz başında, bir şirketin çok yakında tüm dünyayı ilgilendirecek olan iç meselelerini gerçekçi bir şekilde ele alan bir ilk filmdi. Yönetmen sonra kamerasını uzak denizlerde bir tekneye ve o teknenin denizin ortasında yaşam mücadelesi veren sahibine çevirdi. Film bir doğada kalma mücadelesi gibi gözükse de, dehşet yaratanın bir ayakkabı konteynırı olması, bütün mücadeleyi finansal kriz ile birlikte okumaya izin veriyordu. Yönetmen krizler dünyasını anlatma çabasından vazgeçmemişti aslında. Üçüncü filmiyle ise meselesinin iyice üzerine gidiyor ve kapitalizmin insan doğası üzerindeki tahribatını sorguluyor.
Yıl 1981. New York'un tarihinin en şiddetli yılı. Para kazanmak her zamankinden daha zor ve suç olağanüstü bir durum olmaktan çıkmış. Paranın hükümdarlığı seksenler boyunca en vahşi haliyle devam edecek... İşte bu vahşi batı ortamında göçmen Abel Morales petrol işinde büyümeyi amaçlıyor. Bu vahşi ortamın belki de en karanlık tarafında. Fakat büyük bir problemi var, ortam için fazla dürüst. İş ahlakını elden bırakmak istemiyor ama zamanla bunun imkansız olduğunu, güçlenmenin yolunun başkalarını her türlü ezmekten geçtiğini anlıyor. Veya birileri anlamasını sağlıyor diyelim.
Chandor senaryoyu yazarken, 1981 yılını, petrol dünyasını ve ana karakterin etrafındaki mafyatik çevreleri boşuna seçmemiş. Kapitalizmin doğasını ortaya koyarken paranın konuştuğu ortamlara sokuyor bizi ve iyi niyet, dürüstlük, iş ahlakı gibi değerlerin para karşısında nasıl eridiğini anlatıyor kısaca. Hikaye bize Şener Şen'in dürüst kalmaya çalıştığı ama herkesin para konuştuğu bir çevrede bunu beceremediği Yeşilçam filmlerini hatırlatmıyor değil. Hepsinin amacı aynı aslında.
Oscar Isaac mafyatik kostümler giyen göçmen petrol kralı (olma yolunda) Abel Morales rolünde harikalar yaratıyor. Tabii ki Al Pacino'yu hatırlatıyor. Aslında bu filmdeki her şey Martin Scorsese filmlerini veya The Godfather ve Serpico gibi suç klasiklerini anımsatıyor. Ama Scorsese'nin filmlerinde veya verdiğimiz örneklerdeki epik ruh, suçu estetize etme kaygısı burada yok.
Chandor para hırsının yarattığı tahribatı gözler önüne seriyor. Karakterlerin hayatını, suç dünyasını veya suça imkan veren şehri bir arzu nesnesi yapmıyor. Yönetmenin derdi çok farklı ve kabul etmek lazım her filmiyle derdini derinleştirerek günümüz sinemasında önemli bir yer ediniyor kendine. Gelecekte dönemin ruhunu yansıtan bir sinema klasiği olarak kabul edileceğine şüphe yok. Baştan sona düşündürücü ve aynı oranda nefes kesici.