2012 tarihli “Iron Sky” filminin devamı olarak çekilen “Iron Sky: The Coming Race”, senaryosunu, Jarmo Puskala, Johanna Sinisalo ve Samuli Torssonen’nin hikâyesinden Dalan Musson ile birlikte uyarlayarak yazan Timo Vuorensola’nın yönetmen koltuğunda oturduğu ikinci uzun metrajlı sinema filmi…
Ana esin kaynağı, Edward Bulwer-Lytton’ın “Vril, the Power of the Coming Race” olarak da bilinen “The Coming Race” (1871) isimli romanı olan ve 16 Ocak 2019 tarihinde Finlandiya’da vizyona giren filmin, hâlihazırda IMDB, Rotten Tomatoes ve Metacritic gibi mecralarda ciddiye alınacak miktarda oydan oluşan bir izleyici ve yorumcu puanı ortalaması mevcut değil…
O nedenle bizde yaklaşık 25 milyon dolarlık bir bütçeyle çekilen Finlandiya – Almanya ortak yapımı bu filmi, her zamanki gibi önceliği oyuncu kadrosuna vermek suretiyle bizzat kendimiz mercek altına alarak incelemeye ardından da puanlamaya çalışacağız…
Ancak, artık neredeyse yorumlarımızda geleneksel bir özellik halini aldığı üzere ayrıntılı incelemeye geçmeden önce yine filme ilişkin ilk tespitimizi, sonrasında da naçizane ilk önerimizi paylaşalım istiyoruz…
Bu bağlamda da işe; karşımızdakinin, serinin ilk filmindeki Nazi ve ABD merkezli kara mizahın, sosyal medya, teknolojik gelişmeler ve inanç sistemleri üzerinden dinlere sirayet ettiği espri dozajı ve enerjisi daha düşük bir film olduğunu söyleyerek başlayabiliriz…
Udo Kier’in canlandırdığı Adolf Hitler karakterinin yanı sıra filmde, bir ara Leonardo da Vinci’nin “Son Akşam Yemeği” tablosundaki gibi toplu bir görüntü de veren İdi Amin, Mark Zuckerberg, Margaret Thatcher, Caligula, Joseph Stalin, Papa Urban II, Usame Bin Ladin, Vladimir Putin, Cengiz Han, Kim Jong-Un, Urho Kekkonen ve Steve Jobs gibi, bir arada bulunmaları asla mümkün olmayacak karakterlere de yer verilerek bu şahsiyetlerin temsil ettiği her türlü meta ve değere usulünce verilip veriştirilmiş…
Fakat gördüğümüz kadarıyla eleştiriden aslan payını bu kez dinler ve insanların hayatları üzerinde dinler kadar etkili olan yeni nesil cep telefonları almış…
Burada da hedefte, "Eski Ahit" Nokia 3310’un karşıtı (yahut tamamlayıcısı) olan "Yeni Ahit" iPhone ve bu yeni iPhone dininin kurucusu Steve Jobs var…
Ama işin iyi tarafı, Timo Vuorensola ve arkadaşları, bunu yaparken bütün tek tanrılı dinlere karşı aynı mesafede durmuşlar…
Kesinlikle birini yererken diğerini övmek gibi anlamsız bir çabanın içine girmeye çalışmamışlar…
Tabii böyle olunca da, en azından bu konuda kimsenin, ”Filmde falanca fobi vardı” tarzında söyleyebileceği bir şey de kalmamış…
Aslında bunun dışında da, ne yazık ki “Iron Sky: The Coming Race”de, ilk film “Iron Sky” (2012) daki kadar elle tutulacak ve o nedenle de konuşulup tartışılacak yeni bir fikirde yok…
Belki, yine klasik bir laf olacak ama diğer yorumlarımızda da olduğu gibi yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu satırlar filme ilişkin ilk tespitimiz olsun…
İlk önerimize gelince:
O hakkımızı da bu kez; devam filmi çeken yönetmen ve yapımcılara, “İyi çıkış yakalanan ilk filmlerin mirasını, bu filmde olduğu gibi hovardaca harcamak kimseye fayda sağlamaz” diyerek kullanmış olalım…
Sonuç olarak, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 2,5 verdiğimiz bu film için önerimiz de, eğer halen izlemediyseniz “bir şans da siz verebilirsiniz” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler,
Son bir not:
Filmin final sahnesindeki görüntüler nedeniyle, Kızıl Gezegen Mars’ın Sovyetler Birliğince kolonize edilmiş olduğu bir konuyla çekileceğini tahmin ettiğimiz, oyuncu kadrosuna Andy Garcia’nın da katılacağı serinin üçüncü filmi “The Ark: An Iron Sky Story” nin yorumunda yeniden görüşünceye kadar sinema ile kalın…