Hesabım
    Su ve Ateş
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Su ve Ateş

    Bu ateş suyla harlanır!

    Yazar: Banu Bozdemir

    Bu hafta vizyona beklenen bir film giriyor: Su ve Ateş. Yönetmen koltuğundaki Özcan Deniz üçüncü filmi Su ve Ateş’in başında (uçak sahnesi) Hollywood tarafından bize bahşedilen romantik – komedi dozundan bir hayli faydalanıyor, Yağmur ve Kemal arasında temelleri atılan cırmalama (aşk) hemen sonrasında kendini derin bir drama teslim ediyor. Sonuçta Deniz gişe sinemasının kalıplarını kullanıyor, doğu – batı sentezi yaparak bunu da farklı bir biçimde harmanlamaya çalışıyor.

    Yağmur ve Kemal arasında Londra’da sorunsuzca filizlenen aşka dair bir şeyler söylemek lazım elbet. Yağmur’u oynayan Yasemin Allen’in duru güzelliği filme saf bir inandırıcılık katarken Özcan Deniz’in, daha doğrusu Kemal’in üst kıvamda dolaşan halleri o saflığı yıkıyor ve filmi inandırıcı dozundan biraz uzaklaştırıyor. Belki de "yazar yönetmen" kısmına daha fazla asılıp oyunculuk kısmından feragat etmesi gerekecek Deniz’in ama o da törpülenmeyen bir şey sanırım.

    Tuhaf ki, Londra sokaklarını korumalarla arşınlayan, silahı belinden eksik etmeyen Kemal, Yağmur’la aşkını en üst düzeyde yaşarken ses etmeyen erkek tarafı, işler sarpa sarınca kızı paketleme yolunu seçiyor. Yani karakterin hem kan davasının bitmesi için çabalaması hem de böyle gönül işlerine kaptırıp, gününü gün etmesi biraz aykırı duruyor. Ve aşkı sadece Kemal’in yaşaması da ilginç, diğer adamlar pervane kıvamında, sadece bu mutlu aşkın etrafta dolanan gözlemciler…

    Londra kısmından sonra ağalık, kan davası, bitmeyen öfkenin toplaştığı ve aşiret atışmalarının yaşandığı ‘gerçek’ topraklara geliyoruz. Aslında filmin duygular toplamının absürdlüğünü saymazsak düzgün giden bir anlatımı var, açılar duyguların durumuna klip havasında da olsa belli bir biçim ve tutarlılık kazandırmış. Film zaman zaman dizi kıvamına çekiyor o da Özcan Deniz’in bir hayli popüler olan dizisi Asmalı Konak’a öykü olarak benzediği için, Kemal de dizinin kahramanı Seymen Ağa kıvamına dönüşüyor çoklukla.

    Yağmur’u neyse ki şehirli kadın kafasından uzak tutmuş Deniz, bir kasabada çiçek işleriyle uğraşan babasının yanına sığınan Yağmur da kendi etrafındaki geleneklerin gölgesinde eziliyor bir süre, babasız çocuk doğurmanın derdini yaşıyor. Öykünün bu kısmını kesinlikle doğru kurmuş Deniz, şehirli kadının savrulma, hatta saçma sapan kendini toplama derdiyle atmaya çalıştığı büyük adımlardan uzak tutmuş Yağmur’u. İnandırıcılık adına böylesi daha iyi olmuş. Bütün bunlar olurken Kemal’in tarafında yaşananlar ise tam bir melodram.

    Filmin sonuna dair bir açıklama yapmak istememekle birlikte daha yapıcı bir çözüm bekliyordum diyebilirim filmden. Herkesin elinin kolunun bağlandığı, insanların hala töre denen saplantılarla yaşamak zorunda kaldıkları gerçeğini sunması, aslında filmi sonu gelmeyen bir noktaya taşıyor, o ana kadar vermeye çalıştığı duyguları da biraz ezip geçiyor. Gerçi dediğim gibi filmin başını biraz masalsı tutup sonra acı geçeklerle karşı karşıya bırakmıştı Deniz bizi.

    Aşka takıntılı olması nedeniyle "Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni" olma yoluna sapsa da genel olarak içerik konusunda onu doldurmakta çok fazla başarılı olduğunu söyleyemeyiz. Ama bu filmiyle de aşkı ve acıyı kitlelerin ruhuna salıp, büyük bir gişe başarısı yakalayacağı kesin. Üç filminin uzantısı aynı çizgide olunca aslında muhtemel riskleri de azaltıyor ama beklentiyi de sabit tutmayı sağlıyor.

    Su ve Ateş kavuşamayan aşıklar üzerinden giderek modern zaman aşklarına öykünen, susmayan müziğiyle "seyircinin ağıdına bir katkı da benden" korosu tutturan ve  iyi akan temposuyla kendisini bekleyen seyirciyi iyi hissettirecek bir film. Filmin ‘daha lahmacun yiyecek kıvama gelmedik’ repliği ise bir kenara not düşüldü şimdiden!

    twitter.com/BanuBozdemir

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top