İnadına yaşatmayı/yaşamı savunmak!
Yazar: Ali Ulvi UyanıkEserlerinde, Fransız felsefi roman geleneği ile yalın gerçekçiliği birleştirebilen ve ayrıntılı tasvirlere yer veren Cezayir doğumlu Fransız yazar-filozof Albert Camus'nün yazdığı tek hikaye kitabı "Sürgün ve Krallık"tır (Exile and the Kingdom). Camus (1913-1960), hikayelerinde, varoluşçu yanına dair arayışlarını sürdürür... Aslında hayatı anlamanın zorluklarını - çelişkilerini anlatır. "Misafir" adlı öyküsünden uyarlanan "İnsanlıktan Uzakta" (Loin des hommes), Cezayir Bağımsızlık Savaşı (1954-1962) sırasında, koloniyalizme karşı sert ve net bir tavır almayan Camus'nün, bu sessizliğinin altında yatan duyarlığının ipuçlarını veriyor.
Daru (Viggo Mortensen), Cezayir'de doğan bir İspanyol olduğundan, evini beraberinde taşıyan yabancı anlamında, sömürgecilerce de, yerlilerce de 'salyangoz' olarak tanımlanmaktadır. Oysa bir ara Fransız ordusu saflarında çarpışmıştır; şimdi ise dağlık bölgedeki okulda, tek başına, çevreden topladığı Arap çocuklara Fransız dilinde eğitim vermektedir... Bir gün Daru'nun kapısına cinayet zanlısı Mohamed'i (Reda Kateb) getiren Fransız polis, onu uzaktaki askeri birliğe götürmesini ister. Daru önce dirense de, bu ürkek görünümlü genç adamla uzun ve zorlu yolculuğa çıkmak zorunda kalacaktır.
Kendi adıma, Martin Ritt'in ırkçılığa karşı duruşunu ortaya koyduğu western olan "Hombre"nin baş karakteri, Apacheler tarafından yetiştirilmiş John Russell'a (Paul Newman) benzettiğim Daru, bu yolculukta, varlığının içinden geçtiği sınavda, öldürmeyi değil yaşatmayı, ölümü değil yaşamı savunuyor. Ne yazık ki, bu kadim dağların görkemine bile gölge düşüren, sessizliğini bozan, doğasını kana boyayan şiddet, Daru ile Mohamed'in sıkça karşılarına çıkıyor! Her ikisi de yapayalnız bu iki insan, dayanışma alanlarını genişletirlerken bile, hem kendi iç çatışmalarına, hem de dışarıdan gelen tehlikelere çekiliyorlar/yakalanıyorlar.
Oysa, acımasızca katletmek, ne Daru'ya, ne de Mohamed'e göredir. Yoksullukla boğuşan Mohamed, buğdayını çalan kuzenini öldürmek zorunda kalmıştır. Öğrencileriyle birlikte sakinliğe demir atmışken bu yolculuğa çıkarılan Daru da, nefsi müdafaa gereği bir yaşlı adamı öldürür (Daru'nun, bir atı mecburen vurmadan önce okşaması ise, belleğimden hiç silinmeyecek)! İkisi de, bir savaşın kirliliğinde, onurlarıyla var olmaya, insan olmaya çalışsalar da, hayatın anlaşılmazı zor, hatta 'saçma' tuzaklarına yakalanıyorlar.
İlk kez bir filmini seyrettiğim David Oelhoffen, Camus'nün inceliklerle sımsıkı dokuduğu hikayenin ruhunu sinemasal bir yetkinlikle aktarıyor... Bundan böyle bir kan davasının hedefi olan Mohamed'in saflıktan beslenen insanlığını ve ona özgürlüğünü vermeye çalışan Daru'nun iç mahkemesindeki adaleti, sömürgeci kötülüğün ortasında koruyor... Ve yalnızlığın hüznüyle sarıp sarmalıyor. Bu yolculuk süresince seyircinin güçlü biçimde hikayeye katılmasını sağlıyor... Bir film müziğinin, hücrelerine nüfuz ettiği hikayeyi nasıl tamamlayabileceğine dair dersi de, Nick Cave ile onun The Bad Seeds'inden kemancısı Warren Ellis veriyor... Akıcı konuştuğu dört dilden biri olan Fransızcasıyla Daru karakterini kusursuz canlandıran Viggo Mortensen ise, oyunculuğunu yeni bir duygusal olgunluk zirvesine taşıyor.