“Bir futbol tanrısını sinemaya taşımak…”
Yazar: Murat Tolga Şen2016 yılının gençleri “Pele” adını duyduklarında ne hissediyorlar acaba? Muhtemelen “o da kim” diyorlardır. Hani bazı isimler geçmişte başka bir gezegende yaşadığınızı hissettirir ya, Brezilyalı futbol tanrısı Pele de o isimlerden biridir sanırım ama tanrılar bile unutulur.
Tanrı tanımlaması abartılı olabilir ancak sırf Pele'nin maçını izlemek için Nijerya’nın Biafra ile yaptığı savaşta 2 günlük ateşkes ilan edilmişti diye yazsam adamın şöhretini az çok tahmin edersiniz. Daha da ötesi var; Brezilya Ligi'nde oynanan bir maçta Pele'nin oyundan atılması sonrası taraftarlar isyan etmiş ve hakem ne yapacağını şaşırıp hayatından endişe edince kırmızı kart gösterip attığı Pele’yi 15 dakika sonra oyuna tekrar almıştır. Futbol tarihinde eşi benzeri olmayan bir vaka!
Bu yüzden, Pele: Bir Efsanenin Doğuşu,, Brezilya varoşlarından çıkıp gelen ve kökeni kölelerin savaş tekniği olan Cappoeira’ya kadar dayanan “Ginga” tekniğini (bunu da filmden öğreniyoruz) mükemmele ulaştırarak tüm zamanların en büyük futbolcusuna (Kimileri bu unvana Maradona’yı layık görür) dönüşen Edson Arantes do Nascimento’nun hikâyesini öğrenmek için iyi bir fırsat.
Yazının sonuna saklamadan fikrimi açık edeceğim; filmi sevdim, hem de dengeli yazılmamış senaryosuna, sıradan oyunculuklarına ve eski Hong Kong aksiyonlarının ilkel sinema diline benzeyen kopuk kurgusuna rağmen. Çünkü Pele: Bir Efsanenin Doğuşu butik bir tarafı olmayan, daha çok seyirciye oynayan bir film, buradan bir “Ali” çıkmayacağının herkes farkında. Tıpkı bizim seyircinin çok sevdiği ama eleştirmene yaranamayan gişe filmlerimiz gibi basit bir seyirlik ancak en aşağıdan gelip en yukarı çıkan bir hayatın hikâyesine sahip ve bu da filmi duygusal açıdan etkileyici yapıyor. Film, Rottentomatoes sitesinde eleştirmenler tarafından katrana bulanıp tüy yapıştırılmışken (%23) seyirci bağrına basmış (%70). Şunu yazabilirim o halde; sinemaya giden ve iyi vakit geçirmek isteyenlerin sıkılıp çıkacağı bir film değil Pele...
Film, Pele’nin (röportajarında da bahsettiği gibi) hayatının dönüm noktası olan 1958 Dünya Kupası şampiyonluk maçının etrafında bir daire çiziyor. 1958 yılında henüz 17 yaşında olan genç Pele takımını şampiyon eden golü atmakla kalmıyor kendi efsanesinin de temellerini atıyor. Bu bakımdan senaryonun doğru bir başlangıç yaptığını ancak filmin hem başlangıç hem de finale konu olan kupa sekansına yetişeyim derken sürekli takılıp düşen kurgusu hikayeye zarar veriyor.
Spor filmlerinin en etkileyici tarafı müsabaka görüntüleridir. Formül genelde şu şekilde işler: potansiyeli belli eden bir müsabaka + hazırlık (antrenman) süreci + ispat müsabakaları: final müsabakası… Pele’de de bu formül işliyor ama film derme çatma kurulmuş dramatik yapıdan ziyade temposu düşük maç sekanslarında çakılıyor. Bu sekansların koreografisi zayıf ve bu yüzden de seyirciyi gaza getirme ihtimali pek yok gibi. Pele’nin hatırına dikkatle izlense de çok daha iyisi yapılabilirmiş. Gerçek Pele’nin oynadığı Zafere Kaçış (Escape to the Victory – 1981), 35 yıllık bir film olmasına rağmen bunun için iyi bir örnek olabilir.
Filmde pek çok yan karakter olmasına rağmen Pele’nin babası haricindekiler seyircide bir sempati yaratamıyor, fona yapışan karton resimlere dönüşüyorlar. Aslına bakarsanız filmin 107 dakikalık süresi Pele’den gayrısına alan açmaya yetmiyor. Bu yaşam öyküsünün hakkı 10 bölümlük bir HBO ya da Netflix dizisinde verilebilir belki de…
Rol dağılımına ise diyecek bir şey yok. Çocuk Pele’yi canlandıran Leonardo Lima Carvalho da, ilk beyazperde deneyiminde genç Pele’yi oynayan Kevin de Paula da başarılı. Çok kısa bir anda ise Pele’nin kendisini de izleme şansına kavuşuyoruz ki biyografik filmlerde bunu görmeye bayılırım.
Favela Rising (2005) ve The Two Escobars (2010) gibi çarpıcı belgeselleriyle hatırladığımız Zimbalist (Jeff Zimbalist ve Michael Zimbalist) Biraderlerden bir Pele filminin gelmesi iyi oldu ancak sinemacı geçmişlerine bakarak fazla beklentiye kapılmadan izlerseniz keyif alabileceğiniz bir seyirlik. Ne de olsa bir tanrının filmini çekmek kolay değil, ara sıra tökezlemelerine şaşırmamalı.
murattolga@gmail.com – twitter.com/murattolga