Gençler devrim yolunda, fakat...
Yazar: Fatih YürürPost apokaliptik bir dünyada, kendilerine dayatılan ur-faşist anlayışa, insan hayatını hiçe sayan hegemonik yapıya karşı çıkarak, devrim için kolları sıvayan gençlerin başı çektiği edebi uyarlamalardaki nicelik artışını es geçebilmek mümkün değil! Suzanne Collins’in ülkemizde de oldukça popüler olan Açlık Oyunları Serisi, James Dashner’ın Labirent çeşitlemesi ya da Veronica Roth’un Uyumsuz Üçlemesi; özellikle 90’lı yılların ortalarında doğmuş MTV kuşağı için hem edebi arenada hem de beyazperdede yumuşak ama grafik anlamda da bir o kadar etkili genç devrimci modellerin doğumuna ön ayak oldu.
Seksenlerin sonlarına doğru The Runing Man ve emsalleriyle şenlenen, daha evvelinde, Sydney Pollack’ın Atları da Vururlar gibisinden başarılı örneklerin, milenyum ile en parlak sinemasal trendlerden biri haline gelen post-apokaliptik konseptinin de cazibesiyle hem edebi hem de sinemasal arenada bu şekilde yükselmesi hiç de sürpriz değil. Fakat neredeyse sırtını dayadığı edebi kaynak kadar hızlı (hatta bazen eş zamanlı) üretilen bu yapımların, içeriğindeki metinlerle bu açıdan çelişiyor olması sebebiyle, özenli bir şekilde makyajlanıp, karşımıza çıkarılan bu “ürünlerin” samimi birer model oluşturduklarını söyleyebilmek mümkün değil!
Roth’un distopik evreninin ikinci halkası olan Kuralsız, tam da şu an hakim olan trendin tüm kimyasal formülünü içeriğine boca eden bir yapıya sahip. Herkesten farklı ve bu farkından dolayı üstün özelliklere sahip olan bir kahraman (Tris), kahramanın kısa süre içerisinde başlattığı karşı hareket, bu harekete kayıtsız kalamayan etnik ya da politik cenahlar ve nihayetinde devrimci bir rol model haline gelen kahramanımızın “başarı garantili” yolculuk süreci… Yönetmen koltuğunu Neil Burger’den devralan ve bir yıldan daha kısa süre içerisinde çekim ve post prodüksiyon aşaması tamamlanan serinin bu yeni halkasında, Robert Schwentke’nin bir mucize yaratmasını beklemek zaten acımasız olur. Kariyer vitrinini birbirinden farklı türlerde filmlerle süsleyen fakat aslen Zaman Yolcusunun Karısı ile takdirimizi kazanan Schwentke; bu kadar dar bir zaman aralığında en azından türün mevcut klişelerini iyi işletebilmek için kıvrak hamleler yapma çabası göstermiş. Fakat bu çabaya rağmen, karşımızdaki sinemasal mahsulün acele bir biçimde kotarıldığı, seyir sırasında kendisini sıklıkla hissettiriyor. Öykünün akıbeti açısından oldukça kritik “an”lar barındırmasını beklediğimiz ağırlık merkezindeki taşlar, filmin tamamına sirayet eden ve öykünün aksiyon takviyesine kapı açması beklenen kısımlardaki acelecilik sebebiyle zaman zaman yerlere dökülüyor.
Hem Suzanne Collins’in Açlık Oyunları kitabından sonra yazılmış olması hem de sinemasal arenaya daha geç sıçraması sebebiyle öncülüyle kıyaslanmaktan kurtulamayan “Uyumsuz Serisinin” her iki mecrada da bu etiketten sıyrılma gibi bir derdi de yok gibi görünüyor aslında. Gel gelelim yetenekleri konusunda kendimizce şüphelerimiz olmasının yanı sıra Shailene Woodley gibi aşırı kırılgan ve sevimli bir genç kadının, karizmatik devrimci rol modellik konusuna bizleri halihazırda ısındıramamış olması, filmin en önemli dezavantajlarından biri. Yani Açlık Oyunları’nın esas kızı Katniss Everdeen’in karakter değişimini Tris’te göremiyoruz bir türlü.
Serideki diğer bir çukur nokta ise, dik duruşlu ve geniş omuzlu modern tiran Jeanine’in, Tris’in annesi Natalie’den aldığı ve içindeki mesaja ulaşabilmek için öykü evrenindeki kuralsızlara ihtiyaç duyduğu esrarengiz kutunun öyküsü. Böylece Tris ve ekibi, Jeanine’den intikamını almak için bütün toplumsal katmanlara tek tek sızarken; Jeanine de farkında olmadan ona doğru adım atıyor. Fakat karakterlerin adeta “ilahi bir tesadüf” olarak nitelendirdikleri bu süreç, gerek kitapları, gerek ise serinin ilk filmini bile izlememiş olanlar için; daha ilk dakikadan itibaren bir an önce gelmesini beklediğiniz ve abece'sini daha filmin ilk dakikasından itibaren ezberlediğiniz bir karşılaşmayla sonuçlanıyor.
Filmin ikinci yarısıyla birlikte belirginleşen Tris – Jeanine yüzleşmesi ve ardından Tris’in her fraksiyondan ayrı sınava tutulduğu simülasyon sahneleri, finale saklanmış teknik kozlar olarak yeni nesil aksiyon – fantezi izleyicisini tatmin edecektir. Gördüğümüz ilk andan itibaren gayrı ihtiyari Half Life 2’deki City 17 ile kıyasladığımız etkileyici şehir tasarımları ve Schwentke’nin Red ve Ölümsüz Polisler. gibi filmlerde rüştünü kısmen ispatladığı aksiyon alanındaki yetkinliğini cömertçe sergilediği simülasyon sahneleri; filmin geneline hakim olan aceleciliği büyük oranda kırmayı başarıyor.
Nihayetinde Kuralsız, sonuna eklenen “peki şimdi ne olacak?” sorusuyla; izleyiciyi öykünün nihai akıbeti hakkında düşündürerek sona eriyor. Post-apokaliptik öykü çeşitlemelerine yepyeni bir soluk arayışında olanlar için ezber bozan bir tarafı yok fakat emsallerinin matematiğini aşağı yukarı perdeye taşıyan bir devam halkası duruyor karşımızda.