Hesabım
    Hayallerin Ötesinde
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Hayallerin Ötesinde

    Göz olmadan görebiliyor muyuz?

    Yazar: Murat Özer

    Polonyalı sinemacı Andrzej Jakimowski’nin üçüncü filmi “Hayallerin Ötesinde” (Imagine), uluslararası bir kadronun ‘kısmen’ uyum içinde hareket etmesine olanak sağlayan bir hikâye anlatıyor bizlere. ‘Görmek’ meselesine dair birçok refleksif yorumu da içinde barındıran bu hikâye, ‘karanlığın insanları’nı merkeze almasına karşın, hiçbir anında ‘aydınlık’tan taviz vermiyor. Görme engelli insanların dünyasındaki ‘ışık’ üzerinde gezinen, daha doğrusu bu ışığın yol göstericiliğine kucak açan film, yansıtmaya çalıştığı atmosferin içine bir aşk hikâyesi de yerleştirerek etkisini tırmandırmayı başarıyor.

    Lizbon’da görme engellilere eğitim veren bir okul ve bu okula gelen yeni öğretmenden yola çıkarak temellenen hikâye, kendisi de bir görme engelli olan öğretmenin ‘alışılmadık’ uygulamalarının yarattığı resmi gösteriyor bizlere. Okuldaki bir öğrenciyle ‘aşka benzer’ bir ilişki de yaşayan öğretmenin, bunu ‘güven’ ve ‘özgüven’ kavramlarıyla destekleyen yaklaşımı, filmin de gitmeye çalıştığı doğrultuyu işaret ediyor. Sadece bu ikili arasındaki ilişkiyi tanımlamaktan çıkıp, okuldaki bütün öğrencilerin hayata bakışını zenginleştiren güven ve özgüven kavramları, sınırlara hapsolup orada silikleşmeye mahkûm gibi görünen öğrencilere umut da aşılıyor. ‘Standart’ uygulamaların belli bir noktaya kadar getirebildiği ve her daim ‘muhtaç’ kalacak görme engelliler, ‘normal’ bir birey olmanın nasıl bir şey olabileceğine dair ipuçlarıyla donanıyorlar böylece.

    ‘Görmek’ meselesine dair birçok refleksif yorumu da içinde barındırdığını söylediğimiz film, bu meselenin özüne inip oradaki ışığı yakalayıp çıkarma işlevi üstleniyor. “Görmek, yalnızca gözlerinizi kullanıp etrafı kolaçan etmek ya da gözlerinizle bir şeyi takip etmek değil” demeye getiriyor yönetmen Andrzej Jakimowski. Arabeskleşip ‘gönül gözü’ demeyeceğiz buna, ama insanın içinde birikip bir noktada çıkma ihtiyacı duyan ‘iştah’ın görme eylemini belirlediğini, her açıdan karartılmaya çalışılan iç dünyaların dışa açılma dürtüsünün ‘karar verici’ olduğunu söyleyebiliriz en azından. Lizbon’daki okulda ‘durmak’ zorunda bırakılan ruhların ‘özgürleşme’ hamlelerinin de bu dürtüyle anlamlandığıysa aşikâr. Okulun ‘sıra dışı’ yeni öğretmeninin tetikleyici olduğu bu durum, görmeyi içi boş bir kavram olmaktan çıkarıyor, insanın özüne dair birçok parametrenin öne çıktığı ‘yeni bir şey’ haline getiriyor. Bu yeni şeyse, itici gücünü aldığı ‘hamur’dan beslenerek toplumsal sınırların fersah fersah ötesine taşıyor insanı. Yarattığı sinerjinin karşısında durmaksa imkânsız, tıpkı ‘özgürleşen insan’ın tutunduğu motivasyonun önüne geçilmezliği gibi...

    Andrzej Jakimowski, yazıp yönettiği filmle ‘göz yardımı olmadan görmek’ üzerine birçok şey hissettiriyor bizlere. Ancak, belli bir noktadan sonra tekrarlara teslim oluyor sanki. Evet, belli bir rota üzerinde yoluna devam ediyor ve çok da güzel sonlandırıyor yolculuğunu, ama ara duraklarda epeyce bekleme yaptığını ve bunları hikâyenin ritmini aksatacak düzeyde gerçekleştirdiğini söyleyebiliriz. Oysa, gayet net biçimde anlattığı ve izleyenin ruhuna dokunabilecek forma taşıdığı hikâyeyi çok daha ‘parlak’ bir şekilde sunabilirdi yönetmen. ‘Karanlığa teslim olmayan aydınlık’ meselesinin bağrını deşip, oradan tepkisiz kalınamayacak bir ‘duygu’ çıkarmayı başaran Jakimowski, sözünü ettiğimiz güven ve özgüven kavramlarıyla bağlantıyı da doğru açılardan kuruyor sonuç olarak. Evet, eksikler ve gedikler var, ama bunların varlığıyla sınırlı miktarda bir zedelenme söz konusu filmde. Genel toplamda sevdiğimiz ve hissedebildiğimiz bir çalışma olduğu gerçeğini değiştirmiyor bu defolar...

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top