En yararlı eleştirilerEn yenilerEn çok eleştiri yazmış üyelerEn çok takip edilen üyeler
Filtrele:
Hepsi
Deniz O.
Takipçi
170 değerlendirmeler
Takip Et!
5,0
6 Nisan 2017 tarihinde eklendi
Başımıza öyle olaylar gelir ki, bu olayların hiç meydana gelmemesini isteriz. Bu istenmeyen olayları kötü, talihsiz, dehşet verici, veya acımasız olarak nitelendiririz. Hatta olay o kadar basit ve nettir; suçlusu bellidir. Kısacası müthiş bir haksızlık yaşamaktayızdır. İşte bu konuda ya başkalarını suçlarız ya da kendimizi... Genellikle de ikisinin karışımı bir durum çıkar ortaya...
The Shack filminin kahramanı Mack, çocuk yaşlarda annesini ve kendisini döven babası ile mücadele etmek durumunda kalmıştır. Yıllar sonra kendisine bir aile kurmuş, üç çocukları ile eşi Nan ile mutlu bir hayatları olmuştur. Bir gün üç çocuğu ile çıktığı piknikte, müthiş trajik olaylar silsilesi sonunda çocuklarından birini kaybeder... Bir yandan kendini ve faili suçlarken, Tanrı’ya olan inancını da yitirmiştir. Aileyi eşi Nan ayakta tutmaya çalışırken, Mack yaşamındaki sırlar ve Tanrı ile yüzleşmek durumunda kalacaktır...
"Yargı" Bu yüzleşme sırasında Mack’in anlaması gereken iş şey yargıdır... Her birey olayları kendi perspektifinden değerlendirir. Bu çok doğaldır: Dünyaya gelen bir bebek için hiç bir ayrım ve korku yokken, bebek yavaş yavaş anneden ve tüm diğer her şeyden farklı bir varlık olduğunu anlamasıyla kendini bedenle özdeşleştirmeye başlar. Bu özdeşleştirme sonucunda bedenini hayatta tutması gerekliliği ortaya çıkar. Beynin – zihnin, temel amacı bedeni hayatta tutmak olur. Zihin bu ayrım ve kıyaslama ile öğrenir... Çalışma prensibi budur. Sıcak-soğuk, kısa-uzun, ben-sen, biz-siz ve en tehlikelisi de iyi-kötü...
Teist bakış açısının propagandasından çok öte direk Hrıstiyan misyoner bir propaganda filmine dönmüş. Hatta diyebilirim ki The Mission ve The Passion of the Christ yanında halt etmiş. Fakat Baba figürünün kadın çıkması güzel bir ayrıntı 5/10
Erken bir gösterimde izleme fırsatı bulduğum ve hakkında neredeyse hiçbir şey duymadığım The Shack'in konusu şöyle: "Mack, eşi ve 3 çocuğuyla birlikte ailecek neşeli bir şekilde yaşıyordur. Ve ailecek gittikleri kamp gezisinde Mack'in küçük kız çocuğu Missy birdenbire kaybolur. Polisler olayı araştırır ve Missy'yi bir kulübenin içinde ölmüş bir şekilde bulurlar. Mack, bu durumu bir türlü atlatamaz. Aradan geçen uzun süreden sonra Mack, posta kutusunda bir mektup bulur. Mektubu yazan kişi, Mack'i kulübeye geri çağırıyordur. Ve Mack oraya geri döndüğünde, sıra dışı şeyler olur."
Öncelikle filmin ilk 45 dakikasını pek sevmediğimi belirtmeliyim. Mack'in ailesi tipik, neşeli bir Hollywood ailesi gibiydi ve çocukların performansları çok zayıftı. Senaryo da çok kötü ilerliyordu. Bu yüzden filmin çok yapmacık olduğunu düşündüm. Ama bundan sonra filmin ikinci yarısı başladı ve film hakkında düşündüğüm bütün düşünceler değişti.
The Shack, Jim Carrey'in Bruce Almighty filmiyle geçen aylarda vizyona giren A Monster Calls'ın bir karışımı gibi. Bu filmlerdeki gibi The Shack'de de sıra dışı olaylar oluyor ve özellikle de A Monster Calls'daki gibi ölümün ve sevdiğiniz insanları bırakmanın önemi gösteriliyor. Sadece The Shack'in işleyiş tarzı daha farklı.
The Shack'in ilk yarısının sıradanlığına rağmen filmin ikinci yarısını oldukça farklı ve yaratıcı buldum. Evet, film din konusuna biraz fazla giriyor, süresi biraz uzayabiliyor ve bazı yerleri de mantıksız gelişiyor açıkçası. Ama kendinizi filmin akışına bıraktığınızda bunlar pek umurunuzda olmuyor çünkü bütün sorunlarına rağmen, The Shack'in oldukça iyi bir film olduğunu düşünüyorum.
Ayrıca oyunculuklar da çok başarılıydı. Hepimizin Avatar'dan tanıdığı Sam Worthington, kariyerinin açık ara en iyi performansını vermiş. Octavia Spencer da her zamanki gibi döktürmüş. Özellikle de bu ikiliyi karşı karşıya görmek çok iyiydi. Gerçi geriye kalan oyunculuklar idare eder ve çocuk oyuncular kötü olsa da, Worthington ve Spencer, filmi daha iyi bir hale getirmiş.
Kısacası The Shack, bütün sorunlarına rağmen göz atmanızı kesinlikle tavsiye edeceğim bir film. Oldukça yaratıcı fikirleri var, Spencer ve Worthington'ın oyuncuları harika, manzaralar güzel ve finalde her şeyin bir araya gelişi oldukça başarılıydı. Şu an vizyondaki en mükemmel film olmayabilir belki ama kesinlikle görülmesi gereken filmlerden birisi. İyi seyirler.
FİLMİN İYİ YANLARI:
+ Sam Worthington ve Octavia Spencer.
+ Filmin ikinci yarısı ve ilginç fikirleri.
+ Mesajlar, finalde her şeyin toparlanışı.
FİLMİN KÖTÜ YANLARI:
- Süresinin biraz fazla uzun oluşu, bazı yerlerin mantıksız olması ve dini temalara bir süre tam odaklanamamanız.
- Filmin ilk yarısının klişe yapısı ve çocuk oyuncuların performansları.
öldürülen çocuğunun ardından tanrıyla temas kuran admın hikayesi.. Çok orijinal konu.. Sürükleyici falan ama.. Kısım kızım diyaloğlar yoruyor insanı… iyi film..
Bir çok filim izledim beni en çok etkiliyen bu film oldu bir baş yapıt sakin konsantre bir şekilde bu filmi izlerseniz size çok şey katacağından eminim bu arada ilk defa yorum yapıyorum
Bundan 2 sene önce bu filmi izleseydim, dinle insanları hizaya getirmeye çalışanların bir oyunu derdim. Ama şuan mc in yolculuğunun kaç yerinde gözlerim doldu saymadım. Öyle tanıdık, tanıdık olduğu için de kendini şanslı hissetmek.. çok..
Beyazperde.com'da gezintiye devam etmek istiyorsanız çerezleri kabul etmelisiniz. Sitemiz hizmet kalitesini artırmak için çerezleri kullanmaktadır.
Gizlilik sözleşmesini oku.