Eleştirmenler için bu spoiler (sürpriz bozan) problemi gayet ince bir mesele. Genelde bir filmi incelerken, gidilip gidilmemesi hakkında nasihat verirken, hikayenin sürprizlerini olabildiğince saklamayı başarırız. Fakat bazen öyle filmler vardır ki, filmi yapan ve dağıtan şirketlerin yaptığı pazarlamanın ötesinde bazı sürprizlerin içine dalmadan yeterli bir eleştiri yazmak neredeyse imkansız oluyor. Bu sürprizler filmin sonunda değil de ilk yirmi dakikasında olsa bile, hatta bazen fragmanlarda gözükse bile, okuyuculardan ‘uyarmadan spoiler verdin’ diye nefret tepkileri almak çok sık rastladığım bir durum. 90'lı yıllar denen o çok eski zamanlarda, sinema tarihi hocamız Citizen Kane’i göstermeden önce Rosebud’un ne olduğunu biz öğrencilere söylediği için linç etmediğimiz kalmıştı kendisini. Şimdi ise okuyuculardan çektiğim benzer saldırılar bana geri gelen karmayı temsil ediyor herhalde.
Hikayenin oluşturduğu bir sürü bariz ahlaki problemin üzerinden yetişkin ve ince bir biçimde geçmektense alışılagelmiş, patlamış mısırlık bir romans/bilim-kurgu yaratmaya çalışmasıyla ağızda iğrenç bir tat bırakan Uzay Yolcuları, ABD’de bu yüzden hakettiği kötü eleştirileri aldıktan sonra Türkiye’de vizyona giriyor. Problem şu ki, filmin ilk yarım saatinde oluşmasına rağmen teknik olarak spoiler sayılan bir konu elementini tartışmadan Uzay Yolcuları’nın ahlaki ve etik sorunlarını incelemek mümkün değil. Hatta filmi izledikten sonra bu problemler hakkında Facebook’ta yazınca neyin spoiler olup olmadığını tartışırken sinema öğretmeni Melis Behlil, ‘Eğer fragmanda yoksa spoiler sayılır’ yazmıştı.
Bu kural basit ama gayet mantıklı, fakat kanımca tek istisna şu: Eğer Uzay Yolcuları’nda olduğu gibi, dağıtan stüdyo seyirciyi filme soğutmamak için hikaye yapısına ve tonuna tam tersi bir yapımmış gibi bir pazarlama sunar ve bir bakıma reklamda yalancılık yaparsa bu ‘fragmanda yoksa spoiler’ kuralı hükümsüz kalır, çünkü eleştirmenler olarak seyircinin nasıl bir filme gideceklerini açıklamak görevimiz. Fakat buna rağmen kendimi nefret dolu yorumlardan korumak için bir spoiler uyarısı koyayım. Aklınızda bulunsun ki, bu spoiler filmin sonunda değil de, ilk yirmi dakikası içinde oluşan bir konu elementine bağlı:
Fragmanlara göre gidersek Uzay Yolcuları, donmuş yolcuları yüzlerce yıl süren bir intergalaktik yolculuğa götüren bir uzay gemisinde beklenenden 90 yıl erken uyanan Jim (Chris Pratt) ve Aurora’nın (Jennifer Lawrence) bu bilim-kurgu soslu ıssız ada romansındaki maceralarını anlatıyor. Filmin pazarlamasının size bahsetmediği önemli bir detay ise teknik bir problem yüzünden 90 yıl erkenden uyanan tek yolcunun aslında Jim olduğu. Filmin ilk perdesi, Cast Away’in uzayda geçen bir versiyonunu hatırlatırken Chris Pratt’in doğal karizması sayesinde aslında gayet eğlenceli olduğu kadar karakterin yanlızlığı yüzünden trajik bir his yaratmayı başarıyor. Fakat bir noktada Aurora’nın hikayeye katılacağını biliyoruz, bu yüzden içimizde ne olacağına dair bir korku oluşuyor, ve ne yazık ki korktuğumuz başımıza geliyor:
Bir yıl boyunca yalnız kalan ve bu yalnızlıkla öleceğini bilen Jim, bir süre sonra halen uyumakta olan Aurora’ya aşık oluyor ve yalnızlığına katlanamadığı için Aurora’yı uyandırıyor. Bu sayede Aurora’nın yaşamını çaldığı için bir bakıma onu öldürmüş oluyor. Tabii ki Aurora’ya ne yaptığını açıklamayan Jim, onun da kendisi gibi yanlışlıkla uyandığını söylüyor, ve zaman içinde bu ikili arasında, büyük ihtimalle Aurora’nın Jim haricinde başka bir opsiyonu olmadığı için, romantik bir ilişki başlıyor. İtiraf etmeliyim ki bu fikir, 90'lı yıllarda popüler olan ‘Psikopat ve obsesif erkek/kız arkadaş’ gerilimi şablonunu bilim-kurgu türüne oturtmak için ilginç bir yaklaşım.
Problem şu ki senaryo yazarı Jon Spaiths ve The Imitation Game’de Alan Turing efsanesine getirdiği çocuksu basitlikteki yaklaşımı ile her türlü nefreti hak eden yönetmen Morten Tyldum’a göre eldeki hikaye, başroldeki iki yıldızın çekiciliği ve sevimliliğinden avantajlanan tipik bir romans. Bu tarz bir hikayeye bu denli şizofrenik bir tonal yaklaşımla yaklaşmanın ne denli etik ve ahlaki bir sorun olduğunu açıklamama gerek yoktur umarım.
Bir dakika için filmin yüksek bütçesini, göz boyayan özel efektlerini, ve yetenekli ve sevilen yıldızlarını bir kenara atın ve bu durumu şu şekilde bir düşünün: Diyelim ki film, dünyada geçiyor ve Jim karakteri Aurora karakterini kaçırıp bir yeraltı sığınağına hapsediyor ve ona dünyanın geri kalanının yok olduğuna dair yalan söylüyor, 10 Cloverfield Lane misali (Evet, o filmde dünyanın gerçekten yokolduğunu biliyorum). Zaman içinde Aurora, dünyada Jim’den başka biri kalmadığına inandığı için onunla bir ilişkiye giriyor, ve Jim bir bakıma Aurora’yı hem öldürmüş, hem de ona tecavüz etmiş oluyor. Bu konuya korku veya gerilim dışında her hangi bir tür ile yaklaşmak neredeyse imkansız olmalı.
Uzay Yolcuları’nın senaryosu, en sevilen ama halen yapıma sokulmamış senaryoların bulunduğu ‘Blacklist’ listesinde kalmış uzun bir süre, ve okuyanlara göre bu etik probleme daha yetişkin ve karmaşık bir biçimde yaklaşıyormuş. Bu denli karanlık bir konuyu aynı oranda karanlık bir biçimde inceleyen daha düşük bütçeli bir film ile belki daha yerinde bir proje oluşturulabilirmiş. Fakat Tyldum’un bir önceki filmine getirdiği aynı çocuksu basitlik burada da bulununca, Jim’in yaptığı iğrenç seçimin üzerinden yalapşap bir biçimde geçilince iyice rahatsız eden bir yapım ortaya konmuş.
Bu spesifik sorunun dışında Uzay Yolcuları, bir sürü senaryo ve ritm problemlerinden de yakınıyor. Aurora uyandıktan sonra gayet epizodik bir hikaye yapısı ediniyor film, sırf bütçe yüksek diye zorlama aksiyonlu finale gelene kadar. Diğer yandan sırf bir konu problemini çözsün diye ortaya atılıp gülünesi basitlikte bir mazeret ile aradan kaldırılan bir element ise yılın en tembel senaryolarından birini oluşturuyor. Uzay Yolcuları, bütün parıltılı yıldızlarına (hem oyuncular, hem de özel efektler) ve hafif romantik tonuna rağmen aslında gayet rahatsız edici bir deneyim. İzledikten sonra uzun bir duş almak istedim açıkçası.