Redford Usulü Hınzırlık
Yazar: Fatih YürürSon yıllarda, özellikle kariyerinin en cafcaflı dönemini geride bırakmış, perdeyi ezip geçtiği o efsanevi yıllarla arasındaki dramatik bağı kopararak; daha mütevazı, ağırbaşlı rollerle karşımıza çıkan isimlerin, ustalıklarını gizledikleri işlerle karşımıza çıkması; geçmiş ile arasındaki bağı küçümsemeyen pek çok sinemasever için cazibe yaratıyor diyebiliriz sanırım. Robert Redford da, kariyerinin tam da bu döneminde; yüzünü perdede gördüğümüz her an, heyecan uyandırmayı başaran bir isim hiç kuşkusuz. Dolayısıyla kendisini büyükbaba, denizde yaşam mücadelesi veren isimsiz bir kahraman ya da hayatının sonbaharında azılı bir soyguncuya dönüşen Forrest gibisinden farklı rollerde izlemenin tadında herhangi bir ekşime söz konusu bile olamıyor!
Forrest Tucker... 70 yaşında olmasına rağmen, hayatını oldukça hareketli ve hararetli bir şekilde geçirmiş, toplamda 18 kere hapishaneden kaçmayı başarmış; eski toprak, deli fişek bir zanlıdır. Orta yaşlarındayken kazandığı haklı şöhreti, kısa süre içerisinde eyaletin tamamına, oradan da ülke geneline yaymayı başaracaktır. Bu kadarıyla da kalmak istemeyen Tucker, son bir kez daha San Quentin Hapishanesi'nden kaçmaya çalışarak, şöhretini bir merhale daha katlamayı başarır. Yaşlı adamın son bir vurgun planı vardır ve bu jübile muzipliği, onu hiç beklemediği bir yola sürükler.
İhtiyar Adam ve Silah, ilk bakışta pek çok açıdan alışılmışın dışında bir Bonnie & Clyde varyasyonu olarak değerlendirilebilir. Özellikle hayatlarının bu yıllarında, Tucker'ın zıpırca soygunu sayesinde bir araya geldiği Jewel ile karşılaşması ve aralarındaki naif ilişkinin şekillenişi; filmin anlatı estetiğini yeni dalgaya kadar yaklaştırıyor demek hiç de yanlış olmaz. Diğer yandan, 70 yaşlarındaki bu iki güzel insanı, Redford ve Spacek'i perdede karşı karşıya izlemek zaten başlı başına büyük ve tarifsiz bir keyif. Onların ikinci bahar sevinci de filmin lezzetini artırmış. Melodram kazanının dibine de batmadan, sempatik bir biçimde öyküye yedirilmiş bir ikinci bahar ilişkisi haline gelmiş.
David Grann'ın New Yorker'daki kapsamlı makalesinden perdeye taşınan filmde, centilmen soyguncumuz ve saz ekibi, içinde polis departmanından John Hunt'ın da bulunduğu sırada "temiz" bir banka soygunu gerçekleştirir. Yağmurlu Gün Hırsızı... Ufak çaplı soygunlar ile dikkatleri çok da üzerine çekmeden, ardında da herhangi bir iz bırakmadan ortadan kaybolan Tucker ve ekip arkadaşları, nihayetinde istemeden de olsa ilgileri üzerine çekmeyi başarır. Lakin Dillinger gibisinden gönül meslektaşlarının aksine Tucker'ın reputasyonunu harlayan, sağlam karakteri ve sempatikliğidir. Öyle ki; soyduğu banka müdürleri bile kendisine hayranlık besler.
Yaşları itibariyle Moruklar Çetesi olarak anılan ekip, polislere yakalanmadan önce ecele yakalanma ihtimaliyle karşı karşıya olsa da; umutları ve inançları fazlasıyla güçlü. Nitekim yine yağ gibi akan bir soygun vakasının ardıdan, Moruklar Çetesi federal bir davanın konusu haline gelmekten kurtulamaz ve adlarını Dillinger gibi daha azılı meslektaşları ile aynı kara listede bulurlar. Bu noktada ise, idealist ama bezgin bir adalet figürünün karşısına; yaşı ne olursa olsun, otoriteden hakkını fazlasıyla talep ederek yaşamayı seçen kontrollü ve sempatik bir anarşi konumlandırılır bir nevi.
2005 yılında Deadroom filmiyle uzun metraj arenasına giriş yapan David Lowery, geçtiğimiz yıl melankoli dozaşımı ile izleyici tam ortadan ikiye bölen A Ghost Story ve Ain't Them Bodies Saints ile Casey Affleck, Pete's Dragon ile de Robert Redford ile çalışma olanağı bulmuştu. İhtiyar Adam ve Silah, yönetmenin all star derlemesi gibi olmuş diyebiliriz. Türler arasında gezinmeyi seven bir isim Lowery. Bu filminde de güzel detaylarla, sevimli "an"larla bezeli, dengeli bir öykü anlatmaya soyunmuş ve perdeyi ezip geçecek isimlerden, naif bir kimya tutturmayı başarmış.
Tom Waits ve Danny Glover gibi isimler filmin karizmasını artırıyorlar. Gene Jones'un da kısa ama etkili performansını es geçmemek lazım. Fakat Casey Affleck'i orta yaşını aşmış Bezgin Bekir çeşitlemelerinde sık sık izlemeye başlamak bizi bir miktar bunaltmış olabilir.
Hayaller ve hayatlar klişesine, çizginin biraz dışından yaklaşmayı başaran Lowery, "Kafamıza koyduğumuz her şeyi yapabiliriz ama bu yaptıklarımız biraz gösterişe kaçıyor" cümlesindeki ruh halini, filmin tamamına yaymayı başarıyor. Bu bakımdan, parodiye kaçmayan, klişelerle de arasını iyi tutan, temiz bir soygun haritası çıkarıyor ortaya.