"Benim de tek isteğim; uçurtmamı vurmasınlar..."
Yazar: Hande KaraKoğuş Akademisi’ni izlemek üzere, koltuğa hayli ön yargılı bir şekilde oturduğumu itiraf etmeliyim. Az sonra izleyeceğim filmde, bana göre hayli antipatik bir oyuncu kadrosu vardı ve malum son dönemde izlediğimiz yerli komedilerin birçoğu gülümsetmekten dahi fersah fersah uzaktaydılar. Hal böyle olunca ön yargıya kapılmamak elde değildi. Ancak filmin açılış sahnesinde karşımıza konuk oyuncu olarak çıkan Erkan Can ve yapılan film göndermeleri bana “acaba mı?” dedirtmeyi başardı.
Öncelikle genel konudan bahsetmek gerekirse; Koğuş Akademisi çeşitli adi suçlardan içeri girmiş 3 adamın hikayesini anlatıyor ve bu hikayeleri, içerideki diğer suçluların hikayeleri ile birleştiriyor. Tek Maç Erdem, Korsan Settar, Kapkaççı Şahin, Mario şapkalı Boyacı Nadir Abi, Ağır Abi Bekir Ali, Levent ve Genco’dan oluşan koğuş, hapishaneye yeni atanan müdirenin oyun içindeki oyunuyla baş başa kalıyorlar.
Filmin en enteresan karakterini Tek Maç Erdem ile birçok tv dizisinin ardından, son birkaç yıldır komedi filmlerinde boy gösteren Çetin Altay oluşturuyor. Altay dışındaki kadro genel olarak ortalama bir oyun sergiliyorlar. Burada Pascal Nouma’nın konuk oyunculuğuna değinmeye gerek var mı bilmiyorum ama, filme iyi kötü herhangi bir katkısı olmadığını (işin pazarlama kısmını es geçerek) söyleyebilirim.
İlk yönetmenlik deneyiminde Tolga Baş’ın çok da kötü bir iş çıkarmadığını söyleyebiliriz. Aynı şekilde filmin senaristliğini yapan Yücel Öztürk de, hafiften havada kalan finali ve bazı uzayan diyaloglu sahneleri saymazsak, özellikle filmin geneline yayılan film ve sektör göndermeleri ve hikayenin hoş sayılabilecek bağlantıları ile vasatlıktan sıyrılmayı başarıyor. Yalnız bu noktada da, "madem her suçlunun hikayesini birbirine bağlamak istediniz, neden bazılarını eksik bıraktınız?" diye sorası geliyor insanın.
Filmin bir sahnesinde, (ki teaser olarak paylaşıldı) bir kumar masasının etrafında toplanan Don Vito Corleone olarak Marlon Brando’yu (Baba), Taksi Şoförü olarak Robert De Niro’u, Yüzüklerin Efendisi’nin Gandalf’ını ve “Beyaz Giyen Adam” olarak Will Smith’i görmek mümkün.
Erkek egemen bir film izlediğimizin ve bu filmin de bir hapishanede geçtiğini düşünürsek, küfür duymaya da hazırlıklı olmalıyız. Nitekim filmde yeterli miktarda küfür duymak mümkün, ha bundan rahatsız oldun mu derseniz, hayır derim. Peki kahkahalarla güldüm mü? Ona da hayır. Filmden hoşnut sayılabilecek bir durumda ayrılmamın tek sebebi, film ve sektör göndermeleriydi. Bu göndermelerin filmi kurtarıp kurtarmadığına karar vermek de artık size kalıyor.